Actions

Work Header

A Window To The Past

Summary:

Bana delirdiğimi söylediler. Haklıydılar, delirmiştim; sürekli kafamda yarattığım seninle konuşuyor, seni gördüğümü söylüyordum . Fakat anlamadıkları şey şuydu; bu deliliği ben kendim yarattım. Sadece biraz eğleniyordum. Kafamdaki sen sanki ordaymışsn giibi davrandım ama bu oyuna asla gerçekle karıştırmadım. Çünkü seni bir daha görebileceğime hiçbir zaman inanamadım.. Yapma Sirius, Azkaban'a kapatılmış birini göreceğime dair umut besleyemezdim, henüz o kadar delirmedim. Hem bu umut beni öldürürdü.

Notes:

Arşivist görevindeki Glenien'den not: Bu hikaye daha önce, artık kapanmış olan Turkfanfiction.net'te yayınlanmıştır. Sitede kalan hikaye arşivini korumak için, Türkfanfiction.net olarak Kasım 2016'dan itibaren, AO3'ün Open Doors (Açık Kapılar) projesi kapsamında, sitede bulunan tüm hikaye arşivini AO3 koleksiyonuna taşımaya başladık. Bu haberin duyurusu çeşitli kanallarda yapıldı, ancak size ulaşmamış olabilir. Bu yazarı tanıyorsanız veya bu yazar sizseniz, hikayeyi üzerinize geçirmek için lütfen profil sayfamdaki e-mail adresini kullanarak bana ulaşın.

Chapter 1: Kuzen

Summary:

Bana delirdiğimi söylediler. Haklıydılar, delirmiştim; sürekli kafamda yarattığım seninle konuşuyor, seni gördüğümü söylüyordum . Fakat anlamadıkları şey şuydu; bu deliliği ben kendim yarattım. Sadece biraz eğleniyordum. Kafamdaki sen sanki ordaymışsn giibi davrandım ama bu oyuna asla gerçekle karıştırmadım. Çünkü seni bir daha görebileceğime hiçbir zaman inanamadım.. Yapma Sirius, Azkaban'a kapatılmış birini göreceğime dair umut besleyemezdim, henüz o kadar delirmedim. Hem bu umut beni öldürürdü.

Chapter Text

 

 

 

Story Notes:

Merhaba arkadaşlar :) A Window To The Past benim ilk fanfictionum, üzerinde baya uğraştım ama hatalarım olduğuna eminim. İşte bu yüzden buradayım, eğer hikayemi yorumlayıp kendimi geliştirmeme yardımcı olursanız çok sevinirim :) Eleştriye de oldukça açığım :D


 

 

Author's Notes:

Uzun süredür üzerinde çalışıyorum sonunda ekleyebildim, umarım ortaya güzel bir şeyler çıkarabilmişimdir. Yorumlarınızı bekliyorum :D

 


 

 

>

 

Gökyüzü karanlıktı, dışarıdaki insanların bir an önce sıcak bir yer bulmasını istemelerine sebep olacak kadar sert ve soğuk bir rüzgar esiyordu . Cadde kalabalıktı ama hiç kimse eski mağazaya dönüp bakmıyordu. Purge&Dowse’un açık olduğu bir günü bile hatırlamıyorlardı ve bu durumun değişmesi için hiç bir sebep göremiyorlardı. Belki de bundan dolayı sarı saçlı, kilolu bir adamın; hasta görünüşlü, pejmurde kıyafetler giymiş arkadaşıyla, mağazanın çirkin mankeniyle konuştuktan sonra camın içinden geçmesini(camın üzerine yürümüş fakat onu kırmamıştı!) sokaktaki  kimse fark etmedi.

Hayatta çok fazla inanılmaz şey görmüş olabilirdiniz fakat St Mungo  Sinirsel Hastalıklar ve Sakatlıklar Hastanesi’nde görecekleriniz sizi bile şaşırtırdı. Kalabalık danışma bölümündeki tahta sıralar cadılar ve büyücülerle doluydu. Soldan ikinci sırada gözleri sanki küçük ampullermişçesine ışık saçan küçük bir büyücü oturuyordu. Göz kapaklarına bastırarak gözlerini bir lamba misali açıp kapaması annesinin sinirlerini bozmuştu galiba çünkü annesiyle sıkı bir tartışma içindeydi. Gözlerini küçük ampullere çevirmişti fakat ampulleri takrar göze çevirirken küçük bir sorun çıkmıştı. Tartışmanın nedeni şuydu ki göz kapaklarına basarak gözlerinden ışık çıkması annesinin aksine küçük büyücüyü hiç de rahatsız etmiyordu. Gözlerinin bu yeni halini daha çok sevmişti ve değişmesi için bir neden göremiyordu. 

“St Mungo’yu hiç özlememişim.” dedi sarışın kilolu adam kendi kendine. Biraz sonra gerçekleşecek karşılaşma için gergindi. On üç yılını bu günü düşünerek geçirmişti. Beklediği gün gelmişti ve o içten içe hazır olup olmadığını sorguluyordu.

Önlerindeki birkaç büyücü geçip de sıra onlara gelince “ Merhaba ben Remus Lupin,” dedi hasta görünüşlü adam “Amy Karen Harvey’i ziyaret etmek istiyoruz.”

“Amy Karen Harvey,” diye tekrar etti danışmadaki kadın önündeki listeye bakarak. Biraz sonra aradığı ismi buldu. “Dördüncü kat, soldan üçüncü kapı.”

Dışarıdan küçücük tek kişilik bir asansöre benzeyen fakat içi sihirle büyütülmüş demirden asansörlere binerken endişesi daha da arttı sarışın adamın. “Sence beni nasıl bir karşılama bekliyor Remus?” diye sordu. Sesi hafif titrekti, fakat derinlerde bir yerlerde gizlenmiş bir miktar heyecan da yok değildi.

“Hiçbir fikrim yok.”dedi Remus sakince. “ Sonuçta seni gördüğünü iddia ettiği için iki yıldır burada tedavi görüyor ve bu tahmin etmeyi hiç de kolaylaştırmıyor .”

Şişman adamın yüzü sarardı. “ Senin bir suçun yok, ” dedi Remus teselli edercesine. “Senin gidişinin üzerine bir de Bellatrix’ten gördüğü işkence ona pek yaramadı. Bir süre toparlıyor gibiydi,en azından biz öyle sandık, evden dışarı çıkmıyor ve çok az konuşuyordu fakat üç yıl önce Molly’e aslında senin geri döndüğün ve onunla konuştuğun gibi bir şeyler söyledi ve bizde artık onu buraya getirmemiz gerektiğini anladık. ”

Şişman adamın yüzünde acı çeker gibi bir ifade vardı. “Bellatrix’i kendi ellerimle öldüreceğim.” dedi fısıltıyla. Asansörden inmiş, koridorda ilerliyorlardı. Remus durdu, şişman adam bakışlarını yerden kaldırdı ve kapının yanındaki altın işlemeli üç yazısını gördü. İçinde sanki bir şeyler eziliyordu ve bu ona inanılmaz derecede acı veriyordu.  Uzun süredir ona bu kadar yakın olmamıştı ve bu yıllardı düşlediği an canını yakmaya başlamıştı. Birkaç saniye gözlerini kapayıp bekledi sonra Remus’a dönüp “Hadi” dedi.

Remus kapıyı çaldı ve içeriden ince bir “evet” sesi duyuldu. Remus kapıyı açtı içeri girdi ve kapıdaki şişman adamın içeri girmesi için kenara çekildi. Şişman adam içeri girerken hafifçe sendeledi. Sonra da gözleri odanın içindeki kadına sabitledi. Odada yuvarlak oluşturacak şekilde yerleştirilmiş dört koltuk, bir tek kişilik yatak, bir küçük dolap ve kalan her boşluğu dolduracak kadar çiçek vardı. “Çiçekleri sevmez ki” diye düşündü şişman sarışın adam. Kadın kapının tam karşısındaki koltukta oturuyordu ve gözleri o Remus arasında gidip gelmekteydi. “Değişmemiş, saçları hala aynı koyu kahverengi tonda, kahküllerinin duruşu hala aynı ve teni hala beyaz, gülümsemesi hala eskisi gibi, sadece biraz yıpranmış” diye düşündü adam. Gözlere gelince ise durdu.Diğer yerlerinin aksine kadının gözlerinin eskisi gibi olmadığını fark etti, ela gözleri artık parlamıyordu daha çok ölü bir insanın gözleri gibiydiler. Belli bir ölçüde boş ve insanı delirtebilecek kadar durgun. Bunun farkına varmak adamın pencereden atlamak istemesine yol açtı.

“Merhaba Remus,” dedi kadın solgun ama içten bir gülümsemeyle “ Arayı biraz fazla açtın. Otursana, kapıyı da lütfen arkandan kapat. Yan odadaki adamın feryatları sinirlerimi bozmaya başladı. İnsanlar kafayı sıyırdıklarını kabul etmekte neden bu kadar zorlanıyorlar anlamıyorum. Ben bunu kolayca kabullenmiştim. Bu arada arkadaşın kim? Bizi tanıştırmayacak mısın?” diye sordu ayakta ona bakarak donakalmış şişman adamı göstererek.

Remus oturması için adamın kolundan tuttu ve onu koltuklara doğru getirdi. Birden kendine gelen adam kadının tam karşısındaki koltuğa oturdu fakat otururken bile gözlerini kadından ayırmadı. Başka yöne bakarsa kadının kaybolacağını düşünüyor gibiydi. Kadın adamın saplantılı bakışlarını görmezden görmeye karar vermişti sarışın adamın gözlerine kısa bir süre baktı ardından dudaklarında hafifçe bir gülümseme belirdi. Adam kadının anlayıp anlamadığını merak etti.

“Geçen yıl Hogwarts’ da öğretmenlik yaptım belki duymuşsundur.” dedi Remus. “  Fakat bir takım tatsız olaylar sonucunda istifa ettim ve artık tekrar buralardayım. Seni ziyarete gelemememin sebebi buydu Amy, ama burada olduğum sürede bunu telafi etmeye çalışacağım. Arkadaşımı ise seninle tanıştırmayacağım Amy. En azından bugün değil. O sadece dinleyecek .”

“Harry’e ders verdin mi? Nasıl James’ e mi benziyor Lily’e mi? Bence James’e dir çünkü bebekken de aynı babasıydı. James’in gözlükleriyle doğsa emin ol şaşırmazdım. Ama gözleri Lily’dendi hatırlıyorum. Umarım babası kadar yaramaz değildir. Hogwarts’ın Çapulcular’ın etkisini şu an bile atlatabildiğini sanmıyorum.”dedi Amy . Sesinde biraz da olsa heyecan var gibiydi, şişman adam bu sesi duymayı ne kadar çok özlediğini fark etti.

“Evet Harry’e ders verdim” dedi Remus gülerek. “Haklısın aynı James, ama gözleri annesinden. Ve tabiki James kadar yaramaz değil, çıtayı çok yükselttin. Bu arada ne zaman çıkıyorsun?” Aslında sorunun cevabını biliyordu ama konuşmaya yön vermesi gerekiyordu, zamanları kısıtlıydı.

“Bu Cuma. İnanabiliyor musun iki gün sonra kurtuluyorum buradan Remus.”

“Buradan çıktıktan sonra ne yapacaksın Amy, hiç düşündün mü?”

“Kendime kiralık bir ev bulmam gerekecek. Sen de telafi ziyaretlerini oraya yapacaksın artık.”dedi Amy gülerek. Yüzü gülüyor ama gözlerinin içi hala gülmüyor diye düşündü şişman adam.

“Konuyu dolandırmayacağım. Geçen yıl hiç gazete okudun mu Amy, Sirius’la ilgili bir şeyler okudun mu mesela?” diyerek konuşmanın yönünü tehlikleli bir şekilde değiştirdi Remus.

Ortamın havası birden gerildi, Amy’nin gülümsemesi alaycı bir hal aldı ve Remus’a bakışları soğuklaştı.

“Evet Sirius’un Azkaban’dan kaçtığını duydum Remus ve bu sizin bana… bana acıyarak bakmanıza sebep olacak olsa bile söylüyorum; o suçsuzdu. Şu an her ne yapıyor bilmiyorum ama-şişman adam irkildi- umarım Barty Crouch’un kafasını koparıyordur böylece adalet yerini bulur.”dedi hiddetle sarsılan genç kadın. Alaycı bir kahkaha attı ve devam etti “ Ah, şimdi diyorum ki iyi ki delirmek için bir yıl beklememişim. Aksi halde benim Sirius’u gördüm iddialarıma inanıp onu saklamaktan Azkaban’a gönderebilirlerdi ve emin ol bu çöplüğü-eliyle duvarları gösterdi- Azkaban’a tercih ederim.”

“Sirius suşsuzdu artık biliyorum,” dedi  Remus pişmanlıkla gözlerini yumdu. “Onunla karşılaştım.”

“Ka-karşılaştın mı?” dedi Amy. Yüzü açık seçik solmuştu. Böyle bir açıklamayı beklemiyor gibiydi. Aynı anda adam de kendine ‘fark etmemiş’ diyerek rahatladı“Ben... o nasıl?”

“Azkaban’da 13 yıl geçirmiş bir adam nasılsa öyle.” Dedi Remus. Bu çok şeyi anlatmaya yeterdi. Zaten genç kadın da anladı.

“O kadar kötü mü?Onu o şekilde düşünemiyorum.” dedi Amy. Gözlerini kapamıştı kafasına gelen görüntüleri geri göndermeye çalışıyor gibi bir hali vardı. “Harry’nin haberi var mı? Ondan.. Sirius’tan.”

“Gerçekleri Harry’le bilikte öğrendik. O ilk başta hikayeyi bilmediği için ona pek sıcak bakmıyordu, fakat artık biliyor ve vaftiz babasına kavuştuğu için çok mutlu.”

“Hikaye ne Remus?” dedi Amy. “Sirius’un suçlu olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Harry’i ilk gördüğünde yüzünde oluşan ifadeyi görseydin, emin ol sen de bana inanırdın.  Fakat on üç yıldır bu felaketin sebebi hakkında düşünmekten biliyorsun ki ciddi anlamda kafayı yedim. Yani hikayeyi bilmeye ihtiyacım var? Voldemort James ve Lily’i nasıl buldu?”

“Bu, bu şu an anlatabileceğimi sanmıyorum Amy.”dedi Remus. “Burdan çıktıktan sonra ziyaretime gelirsin ve bu konuda uzun uzun konuşabiliriz, hala aynı evdeyim bu arada.” Kısa bir süre duraksadı. “Aslında benim buraya geliş seninle başka bir konuda tartışmaktı” dedi Remus, gözlerini dikmiş Amy’e bakıyordu. Ve odada bunu yapan tek kişi de o değildi.

“Devam et.”dedi Amy.

“ Şey, söylediğim gibi Sirius Harry ile arasını düzeltti. Buna rağmen Fudge ile hala pek yakın sayılmazlar. Yani eğer yakalanırsa Ruh emiciler ona küçük bir öpücük verecek. Buna rağmen, çıkmaması gereken bunca sebebe rağmen, sence seni bulmaya gelecek mi?”

“Gelecektir.”dedi Amy. Bir an bile düşünmemişti. “Eğer hala eski Sirius’sa gelir. Gerçi bunu hiç yapmamasını yeğlerim, benim gibi bir kaçık emin ol ruh emici öpücüğüne değmez.”

“Ben de öyle düşünmüştüm,” dedi Remus. “Geleceğine ben de en az senin kadar eminim Amy, ama asıl sorun şu; o karşında görünce sen ne yapacaksın?”

“İnan ki bilmiyorum Remus.”dedi Amy. Gözleri ellerindeydi, sanki Remus’a bakmaya korkar gibiydi. “On üç yıl boyunca uyanık olduğun tüm zamanlar onu düşündüm. Hatta sanırım uyurken bile düşünüyorum. Ama onu bir daha görebileceğime asla inanmadım Remus, asla. Bunu kendime yapamazdım, zaten acınası durumdaydım ve bu umut beni öldürürdü. Sonuçta Azkaban’daydı ve oradan kimse sağ çıkamamıştı.”

Amy sustu, Remus’un konuşmasını bekler gibiydi ama Remus’da ses çıkarmadı.

“Aslında tüm o gördüğüm hayal Sirius’lara bir an bile inanmadım.”dedi Amy sessizliği bozarak. “Onların gerçek olmadığını her zaman biliyordum. Burada aldığım tüm o beynimi sulandıran,sinir bozucu  ilaçlar sadece onları tekrar görmemi engelledi. İnancıma hiçbir şey olmadı çünkü beni onların gerçekliğine hiçbir zaman inanmamıştım zaten. Gerçek Sirius ile hayal Sirius’u ayırmakta hiç zorluk çekmeyecek kadar iyi tanıyorum onu.”

“Peki ya sana onu yakında  görebileceğini söylesem,” dedi Remus yan gözle şişman adama bakarak. Ses tonu tereddütlüydü, karar vermekte zorlandığı belliydi.          

“Biliyordum” dedi kadın, gülümsüyordu. “Fazla bile bekledi. Buraya gelmeyecek herhalde değil mi?”

“Belki de sen onu ziyarete gelmelisin .İki gün sonra çıkıyorum dedin değil mi? Çıkar çıkmaz beni görmeye gel, eski evimdeyim hala, seni bekliyor olacağız.”

“ Orada olacağım.”dedi kadın. Gözlerini karşı duvara sabitlemişti. Kafasında bir düşünceyi toparlamaya çalışıyor gibiydi.

“Öyleyse biz artık gidelim.”dedi Remus. Geldiklerinden beri gözlerini bir an bile kadından ayırmamış şişman adamı hafifçe dürttü. Adam birden kendine geldi, anladığını belirtmek için kafasını salladı.

Ayağa kalktıklarında Amy de kalkmıştı Remus’a hafifçe sarıldıktan sonra elini şişman adama uzatıp gülümsedi. Adam bunu beklemiyordu birkaç saniye dondu kaldı, sonunda elini uzattığında ise elleri titriyordu. Kadın titreyen elleri nazikçe sıkıp gülümsedi ve gözlerini tekrar duvara sabitledi. Bakışlarındaki ifade deliceydi.

Koridora çıktıklarında iki adam da sessizdi. Yavaş adımlarla asansöre doğru ilerlerken şişman adam hala biraz önceki ziyaretin etkisini üzerinden atabilmiş değildi. Hastahaneden çıkana kadar da konuşmadılar.

“Gözleri…” diyerek sonunda sessizliği bozdu şişman adam. Sesi bir fısıltıdan farksızdı. “Gözleri çok donuktu. Sanki, sanki ölmüş gibi.”

 

Remus yavaşça ona döndü, arkadaşının kolunu hafifçe sıktı. “Düzelecektir Sirius, yaşadıkları çok fazlaydı ve itiraf ediyorum ki son iki yılını hastanede geçirmek ona pek yaramadı. Fakat biliyorum, Amy’i tanıyorum, zamanla her şey düzelecektir, inan bana.”

Londra’nın ücra bir köşesindeki küçük evin ikinci katının sonuncu odasındaki fazlaca yıpranmış koltukta uzun boylu, siyah kıvırcık saçlı, koltuktan da yıpranmış gözüken  bir adam oturmaktaydı, gözlerini dikmiş karşısındaki boş duvara bakıyordu. Yüzünde karışık bir ifade vardı, kafası ise yüzünden bile karışıktı. ‘Çok yıpranmış’ diye geçirdi içinden, zaten ne bekliyordu ki, tüm o yaşadıklarından sonra nasıl olabilirdi? Ama gözleri… gözlerinden o donukluğu silmek için her şeyi yapardı ama bunca şeyden sonra artık elinden bir şey gelmeyeceğini biliyordu. Oysa o gözler ilk tanıştıklarında öyle miydi? Birden ilk tanıştıkları günü hatırladı, aslında tam tanışma denemezdi, ‘farkına varmak’ daha uygun olurdu. O anıyı düşündükçe istemsizce hafifçe gülümsemeye başladı. Gerçekten de 17 yıl ne kadar çabuk geçmişti.

       Hogwarts-1977

Göl kenarında ters giden bir şeyler vardı. Geniş bir daire oluşturmuş kalabalığa bakarak bunu anlayabilirdiniz. Eğer biraz daha yaklaşır ve çemberin içerisindekileri görebilecek konuma gelirseniz karışıklığın sebebini görebilirdiniz ve eğer o dönemde Hogwarts’da okumuş biriyseniz bu sebebe pek de şaşırmazdınız. Uzun boylu siyah kıvırcık saçlı oldukça yakışıklı bir çocuk asasını havaya doğrultmuştu, yüzünde katıksız nefret ve zevk karışımı bir ifade vardı. Asasının gösterdiği yer de ise ayak bileğinden havaya asılmış siyah saçlı kanca burunlu sıska bir çocuk sallanmaktaydı. Onun yüzündeki nefret de öbür çocuğunkini aratmazdı.

“James hastane kanadında diye onun arkasından rahatça konuşabileceğini mi sandın ha Sümsükus? Şimdi bir daha düşün de söyle bakalım kimmiş ‘kendini beğenmiş pislik’.”dedi Sirius, yüzünde alaycı bir gülüş vardı.

“ P-Poter kendini beğenmiş p-pisliğin teki ve sen in de B-black o-ondan aşağı kalır yanı-“ Severus’un sözü yarıda kesildi çünkü Sirius ona havada bir takla attırmıştı. Yüzünde kusacakmış gibi bir ifade oluştu ama yine de Sirius’un yüzüne bakarken takındığı ifade yalvarırcasına değil tiksinti doluydu. Sirius’a Severus’un herkesin önünde yere kapaklanıp kusması fikri eğlenceli gelmiş olacak ki onu hızlı hızlı havada döndürmeye başladı. Severus da hızla küfürler savuruyordu fakat öyle hızlı dönüyordu ki sonunda sesi duyulmaz oldu. Büyük ihtimalle kusmamaya odaklanıyordu.

Sirius delicesine bir zevkle asasını çevirirken ve Spane Sirius’un asası doğrultusunda hava taklalar atarken-ki rengi kirli sarıdan yeşile dönmeye başlamıştı- sessiz kalabalıktan birden gelen ses herkesi şaşırttı.

“Yeter.” ses kalabalığın ön tarafında duran orta boylu koyu kahverengi saçlı bir kızdan geliyordu. Sesi sıkılmış gibiydi. Sanki kendini çok da önemsemediği bir şeyi yapmaya zorluyormuş gibi garip bir yüz ifadesi vardı.

Bu kalabalığı oldukça şaşırttı. Fakat şaşkınlıkları yaptığı işe karışılmasına hiç de alışık olmayan Sirius’un kinin yanında bir hiçti. Öyle şaşırmıştı ki Severus’u yere düşürmüştü. Eğlencesini bölünmesini- özellikle de karşısındaki kişi tarafından- hiç beklemediği her halinden belli oluyordu. Etraftaki herkes Sirius’un ağzını açıp bir şeyler söylemesini bekliyordu ama onları şaşırtarak ilk konuşan Snape oldu.

“ Sen bu işe burnunu sokma Amy” dedi Spane yerden, tıslarcasına. Sesinde utangaçlıkla nefret arası garip bir tını vardı.

“Kes sesini Severus” dedi kız. Birden hışımla Sirius’tan Snape’e doğru döndü. “ Senin kıçını kurtarmak birazcık bile umurumda değil sevgili kuzenciğim-yüzünü buruşturdu- ama bu durum artık çizmeyi aştı ve senin bir okul travması daha yaşamaman konusunda amcama söz verdim.”

“Demek sen Snape’in kuzenisin.”dedi Sirius, yüzünde alaycı bir gülüş vardı. Yeni yeni şaşkınlığını üzerinden atabilmişti ve eğlencesinin bölünmesinin acısını kızdan çıkarmaya kararlıydı. “Oysa ki o kadar da rezil göz gözükmüyordun.”

“Kuzenimle pek gurur duymuyorum.”dedi kız yüzü ifadesizdi, gözlerini Severus’tan Sirius’a çevirmişti. “Ayrıca aile üyelerimle dalga geçebilecek son kişi de sensin sanıyorum Black. Bellatrix’in Snape’den on kat daha pislik olduğuna bahse girerim. Bir düşün bakalım Bellatrix kimin kuzeni.”

Bu nefret ettiği gerçeği değiştirmek için her şeyini vermeye hazır olan Sirius Bellatrix’in hatırlatılmasıyla bembeyaz oldu, söyleyecek bir şey bulamıyor gibiydi. Surat ifadesi anlaşılmazdı. Bir süre sessiz kaldı, bu arada Snape konuşmayı devralmıştı.

“Bana neden yarım ediyorsun peki? Sırf babamın isteği için mi? Ah yapma Amy bir muggle’ı bu kadar ciddiye almış olamazsın. İzlediklerinden en az onun-yan gözle Sirius’a bir bakış attı- kadar zevk aldnıığına eminim. Ayrıca Merlin aşkına neden onlara kuzen olduğumuzu söyledin ki? Bir bulanıkla akraba olduğumun bilinmesini istemiyordum.” Sözlerinden karşısındaki kızın incineceğini düşünen Severus’un yüzüde pis bir sırıtış vardı. Fakat fena halde yanılmıştı.

“ Benden utanıyor musun?” Amy alaycı bir şekilde sırıtıyordu. “Ah ne kadar incindim. Bulanık olmayı senin gibi sırf muggle diye babasını reddeden bir sümsük olmaya tercih ederim kuzenciğim. Bir sor kendine ‘yaşasın saf kan’ grubun melez olduğunu öğrenirlerse seni hala yanlarında isterler mi? Seni dışlayacaklar ve sen de koşa koşa Lily’e gideceksin. Onca yıllık arkadaşlıktan sonra ona ‘bulanık’ demek ha? Ne ikiyüzlülük. Lily’nin arkadaşlığı sahip olduğun tek iyi şeydi ve onu da mahvettin. Mutlu musun? Rudolphus Lestrange eminim Lily’nin yerini doldurmuştur.” Konuşmanın başında sırıtan kız sonuna doğru öfkeden kızarmıştı. Lily Evans konusunda kuzenine oldukça kızgın olduğu belli oluyordu.

“Kes sesini,” dedi ama Lily’nin adını duyduğu andan itibaren Severus, biraz perişan görünmeye başlamıştı. Bir şeyler söyleyecek gibi ağzını açtı fakat sonra tekrar kapadı.

“Seni ortak salondan hatırlıyorum,” dedi Sirius-sonunda şaşkınlığı üzerinden atabilmiş gibiydi-. Kız daha önce birkaç kez gözüne çarpmıştı-bir iki kez Lily’le gördüğüne emin sayılırdı-, aslında hoş bir kızdı fakat biraz sessiz bir tipti-en azından o öyle sanmıştı-.Sirius onun Snape’e, kendisine veya herhangi birine böyle şeyler söyleyebileceğini hiç tahmin etmezdi. Ses tonu hala düşmancaydı, biraz önceki Bellatrix hatırlatmasını unutmamıştı. Kız onun zayıf noktasını-nefret ettiği safkan ailesini- kullanmıştı. Adaletsiz oynuyordu ve Sirius da isterse gayet güzel onun gibi oynayabilirdi.“Demek ki Gryffindor’dasın. Ayrıca konuşmanızdan anladığım kadarıyla Snape’den de pek hoşlanmıyorsun.  E o zaman eğlencemi niye böldün?”

“Çünkü senin de ondan pek bir farkın olduğunu düşünmüyorum.”diyerek Sirius’a dönmüştü kız. Yüzünü ifadesiz tutmaya çalışıyordu ama altındaki öfkeyi saklamayı becerememişti. Sözlerini duyam Sirius’un gözleri ise şaşkın ve öfkeden kocamandı. İşte bunu duymayı beklemiyordu. Sümsükus’a benzetilmişti, hayatında bundan büyük hakarete uğramamıştı.

“Ne demek istiyorsun?” Sirius’un sesi bir tıslamayı andırıyordu.

“Şunu demek istiyorum;” dedi Amy sonunda yüzünü ifadesiz tutmayı başarabilmişti. “Benim ondan nefret etmek için pek çok sebebim var fakat senin yok. Sırf varlığından hoşnutsuz olduğun için insanlara böyle davranamazsın. Şu an ben de senin varlığından pek hoşnut değilim ama dikkat ettiysen havada sallanmıyorsun.”

Sirius duyduklarına inanamıyor gibiydi. Gözlerinden ateşler püskürerek kıza bakıyordu. Konuşamayacak kadar sinirliydi. Kız ise onun bu durumuna pek aldırıyor gibi değildi. Tekrar Severus’a dönmüştü.

 

“Duyduklarını kabullenmesi uzun sürer”dedi Amy-yan gözle Sirius’a kısa bir bakış attı-“ve ben de artık şatoya dönüyorum. Seninle gerekenden fazla uzun zaman geçirdim, bu canımı sıkıyor. Havada takla atan kuzenimi kurtardım ve burada işim bitti. Senin yerinde olsam-ki emin ol en kötü kabuslarımı bile buna yeğlerim- buradan olabildiğince hızlı ayrılırdım. Söylediklerimin şaşkınlığını üzerinden atar atmaz acısını senden çıkaracağına eminim.” Ve dönüp hızlı adımlarla şatoya yürümeye başladı. Arkasından sinsice şatoya doğru yola koyulan Severus’un gözleri kızın üzerindeydi. Tıpkı öfkeyle kısılmış Sirius’un kiler gibi.

 

 

End Notes:

Yorumlarınızı bekliyorum :D