Actions

Work Header

Rating:
Archive Warning:
Category:
Fandom:
Additional Tags:
Language:
Türkçe
Collections:
Turkfanfiction
Stats:
Published:
2016-12-12
Completed:
2016-12-12
Words:
62,629
Chapters:
23/23
Hits:
96

UNPAST

Summary:

Görsel ikiz... The Vampire Diaries'de çokça gördüğümüz bir şeye farklı bir yorum. Klaus'un sırrı. Caroline'ın görsel ikizlerine yıllarca tekrar tekrar aşık olup durmuş bir adam... Ama bu bir sır. Hem de henüz çözülmemiş bir sır. Tüm onlar birer görsel ikiz mi, yoksa hepsi aynı kişi mi? Caroline'ın dili, Klaus'un geçmişinden bir başka görsel ikiz hikayesi 'UNPAST'/Geçmemiş

Notes:

Arşivist görevindeki Glenien'den not: Bu hikaye daha önce, artık kapanmış olan Turkfanfiction.net'te yayınlanmıştır. Sitede kalan hikaye arşivini korumak için, Türkfanfiction.net olarak Kasım 2016'dan itibaren, AO3'ün Open Doors (Açık Kapılar) projesi kapsamında, sitede bulunan tüm hikaye arşivini AO3 koleksiyonuna taşımaya başladık. Bu haberin duyurusu çeşitli kanallarda yapıldı, ancak size ulaşmamış olabilir. Bu yazarı tanıyorsanız veya bu yazar sizseniz, hikayeyi üzerinize geçirmek için lütfen profil sayfamdaki e-mail adresini kullanarak bana ulaşın.

Chapter 1: Dress And Cavalier

Summary:

Görsel ikiz... The Vampire Diaries'de çokça gördüğümüz bir şeye farklı bir yorum. Klaus'un sırrı. Caroline'ın görsel ikizlerine yıllarca tekrar tekrar aşık olup durmuş bir adam... Ama bu bir sır. Hem de henüz çözülmemiş bir sır. Tüm onlar birer görsel ikiz mi, yoksa hepsi aynı kişi mi? Caroline'ın dili, Klaus'un geçmişinden bir başka görsel ikiz hikayesi 'UNPAST'/Geçmemiş

Chapter Text

 

 

 

Author's Notes:

İlk bölüm ve biraz tanıtım amaçlı. Açıkçası hikayede neyin ne olduğuna ve gizemlerin peşinden açıklamalara geçmek istiyorum. 4x19'da baloya gitmeden önce Caroline'ın Klaus'tan elbise isteme sahnesinden başlar ve The Vampire Diaries'e farklı bir boyut kazandırır. Hepinize keyifli okumalar. Yorum bırakmazsanız ağlarım :)

 


 

 

 

            Yalan güçlü bir duyguydu. Hem de çok güçlü. Bir kez dudaklardan çıkan yalanlar, alışkanlık yığanlarıyla devam ederdi. İhtiyacın olsun olmasın söylerdin. Alışmaya gör bir kere… İlle de söylerdin.

            Ben de bunun pençesindeydim. Ona asla doğruyu söylememiştim. Asla. Ve doğruyu söylemek istemem bir şeyi değiştirmiyordu. Bir insana bir kere bile doğruyu söylemeden çok fazla yalan söylediyseniz bunu hissetmeniz kaçınılmaz oluyor. Ona her şey hakkında yalan söylemiştim. Onu sırtından vurduğum her seferinde ona yalan söylemiştim, onu aptal bir insanmış gibi kullandığımda -ki bana verdiği değeri hiçe saymamdan daha aptalca olabileceğini düşünemiyorum- da yalan söylemiştim. Ona, ona arkamı dönmem gerektiğini düşündüğümü söylerken de yalan söyledim, Tyler için her şeyi yapabileceğimi söylerken de… Ve şimdi ona doğruyu söyleyemiyorum. Belki de sadece ona güvenmiyordum.

            Derin bir nefes aldım ve ona seslendim evinin içinde yürürken. “Klaus.”

            Ben birkaç adım atarken kafamda söyleyeceklerimi kuruyordum. Ama cevap gelmemesi beni bunlardan ayırdı. Yürürken bir defa daha bağırdım. “Klaus! Kla-”

            Şöminenin başında duran Klaus’u gördüğümde şaşkına dönmüştüm. Ve ciddi anlamda şaşırmıştım. Bana karşı bu kadar ilgisiz kaldığını hiçbir zaman görmemiştim. Ve tüm bunlar yetmezmiş gibi yüzünü şömineden bana çevirme zahmetine bile girmiyordu. Kaşlarımı çattım ellerimi iki yana açıp konuşurken. “Hey! Beni duymadın mı?”

            “Tabi ki duydum, Caroline.” Dedi gayet sakin bir şekilde elini çenesinden çekip duruşunu dikleştirirken derin bir nefes alarak. “Bence bütün Mystic Falls duydu. Misafirlik bir havada değilim.”

            Benimle dalga mı geçiyor diye düşünmeden edemedim o an ona doğru yürürken. “Kişisel sorunlar yaşamana üzüldüm ama ben bir kriz geçiriyorum.” Dedim ona doğru yürümeye devam ederken. Ve normal zamankinin aksine bana değil, şömineye doğru yürümesinin beni fena halde kışkırttığını umursamayarak.

            “Elena elbisemi çaldı.” Dedim sesimin yükselmesine engel olamazken. Fena halde sinirliydim. Bütün hazırlıklarımı rezil etmişti. Hem de lisede olabilecek en güzel anılarımdan biriydi bu. Ve önceden arkadaşım olan, son günlerde tem bir kaltağa dönüşen bu kıza karşı ‘sabırlı’ olmalıydım. Kimse ve hiçbir şey umurumda değildi. Evet, dertleri başlarında vampirler olabilirdik amma insan hayatımı seviyordum. Okula gitmeyi, bu tarz şeyler organize etmeyi ve… Ve Klaus biliyordu işte. Vampir olmakla aram hep iyi olmuştu. Bunu rahat bir insan hayatı yaşamak için kullanmaya çalışıyordum. Ama bu kız bunu rezil etmişti. Ve şimdi gerçekten gözüm dönmüştü. Eğer Klaus bana yardım etmezse o gece Stefan’ın istediği kadar nazik bir barbie vampir olmayacaktım.

            Klaus şaşkın bakışlarını bana çevirdi. Bu şaşkınlığın ‘Elena sana bunu yapmış olamaz’ mı, yoksa ‘Gerçekten kriz dediğin şey bu mu’ olduğuna karar veremedim. Ama umurumda da değildi.

            “Almaya gittim ama terzi bana başkasının zaten aldığını söyledi.” Dedim başımı sinirle iki yana sallarken. Ama o aldığı nefesle aklından geçenin ikincisi olduğunu çoktan göstermişti. Umursamadım.

            “Kimin aldığını sorduğumda hatırlamadığını söyledi.” Bir süre durup ona baktım. Suratında anlamlandıramadığım bir ifade vardı ama bu benim beklediğim “Tüm bu ipuçlarıyla bu sonuca ulaşmayı gerçekten başarabildin mi? İşte benim Caroline’ım.” bakışı kesinlikle değildi. Başını iki yana salladı. Tuhaflaşmaya başlayan bakışları ve cevap vermeyişi beni çileden çıkarmıştı. Hadi ama! Orada köpürüyordum ve bana hiçbir tepki vermiyordu.

            “Hey! Artık kasabadaki sularda mine yok, o etki altına alınmış.” Dedim sinirle. Evet, artık kesinlikle bir tepki vermeliydi çünkü gözlerim yuvalarından fırlayacak kadar açıktı ve kaşlarım yapabildiğimin en yükseğine kadar havadaydı.

            Başını aşağı eğip iki yana sallarken hafif bir kahkahayla güldü. Hadi ama… Çok sinirim bozuktu ve şimdi kalbim kırılmıştı. Soğuk bir sesle konuştum. Tane tane tüm sözcükleri vurgulayarak… “Bu komik değil.”

            Sesim o kadar durgundu ki… Ben bile neredeyse bu kadar ciddi olabileceğimi bilmiyordum. Ama Klaus beni incitmezdi. Ve şimdi yoktan yere kalbimi kırıyordu. Gülmeyi sürdürürken başını iki yana salladı. “Biliyorum… Biliyorum.”

            Güçlükle gülmeyi kesmeye çabalarken konuştum. “O zaman gülmeyi kes!”

            Yüzündeki gülmeyi silmeyi başaramazken kahkahasını kesmek için ağzını açıp kapattı. Ondan bir şeyi istediğimde önemsemesi hoşuma gidiyordu. Çevremdeki çoğu insan bana değer vermiyordu ve değer verenlerden biri oydu. Yani Stefan’ı severdim ve o benim yanımdaydı ama onun dışında arkadaşım diyebileceğim birçok insana arkadaşım demem saçmaydı. Onların arkadaşları olduğum kesindi, ama onlar benim arkadaşım değillerdi.

            Derin bir nefes aldım. Onun için hiçbir anlam ifade etmeyen bir şey için ondan yardım isteyecektim ve biliyordum ki aklındaki her neyse gerçekten bu olaydan daha dünya meselesiydi. Ama istiyordum. Ve yardım edeceğini umuyordum. “Bak, biliyorum ki balonun senin için hiçbir önemi yok. Ama benim için önemli.” Dedim gözlerimi konuşmamın sonunda nihayet yüzüne getirmeye cesaret ederken. Derin bir nefes aldı.

            “Eminim, engin vampir yeteneklerinle bir elbise bulabilirsin.” Konuşması mantıklı gelmeyenin aksine ama düşündüğüm şekilde ciddiydi. Ciddi anlamda ciddiydi. Ama hayır, yine beni anlamamıştı. İçimdeki çıldırmışlığı biraz olsun dışıma yansıtarak konuştum.

            “Ama ben sıradan bir elbise istemiyorum.” Dedim derin bir nefes alıp. Adeta yakınıyordum. Hatta kesinlikle bunu yapıyordum. Derin bir nefes alarak sırtımı ona döndüm. Ardından tekrar ona döndüm saçlarımı savuracak kadar hızla. Ve işaret parmağımla aşağıyı işaret ederek ‘bunu ciddi söylüyor ve buraya yazıyorum’ edasıyla konuştum.

            “Seksi görünmek istiyorum. Monaco Prensesi Grace gibi seksi.” Tamam… Bu nazımın geçeceği nokta olmalıydı. Derin bir nefes aldım.

            “Yani…” İtiraf ediyorum buradan sonra içimde istemekle istememek arasında büyük bir git-gel yaşandı. Çünkü… Klaus’tan bir şey istemek üzereydim. Yine… Ve bilmiyordum onun bir istediğini yerine getirmeyip arkasından kuyu kazıp durduğumu bildiği halde nasıl olur da tüm istediklerimi yapar? Gözlerimde belirgin çaresizlikler doğurdu bu düşüncem. Ve bundan sonrası biraz abartılı bir istekti. Ufak çaplı bir yalvarma bile sayılabilirdi.

            “Rica etsem…” Derin bir nefes daha… “Ailenin eşyalarını sakladığın ürkütücü kutuya gidip kraliyet ölçüsünde bir şey bulabilir misin?” Konuşmamın yüzünde kocaman bir gülümseme yarattığını gördüğümde içimin rahatlamasıyla benim de yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. Bana bakarken derin bir nefes aldı gülümseyen dudaklarından içeri. Ve o kadar… Bilmiyorum. Sadece ona o an benimle baloya gelir misin demek istedim.

            “Benimle baloya gelmek istersen…” Diyebildim yalnızca. Bana bakarken kaşlarını çattı. Ardından güldü ve başını iki yana sallarken konuştu. “Im… Caroline…”

            Derin bir nefes alıp başımı yere eğdim. Ne demiştim ben? Yüzümü buruşturdum. Tam bir fiyaskoydum. İşte bu yüzden yalan söylüyorum diye düşündüm. Doğruyu söylediğimde batırıyordum. Evet, işte yine batırmıştım.

            “Bak… Benim için çok şey yaptın ve ben artık… Biraz rahatsız hissediyorum. Ve… Bu elbise de benim için önemli olduğuna göre…”

            Başını iki yana salladı. Ardından duruşunu dikleştirerek kollarını bağladı. “Bir sorun olduğunu fark ettiğini hatırlıyorum.”

            Derin bir nefes aldım gözlerimi tavana dikerken. Ardından başımı iki yana sallayarak gözlerimi tekrar ona çevirdim. “Hadi ama… Belki beraber çözeriz.”

            Güldü bunun üzerine. Gamzeleri her geçen saniye daha da belirginleşiyordu. Bu kadar komik ya da güzel ne olabilirdi ki? “Birincisi, sana söyleyemem!” Dedi kaşlarını çatıp ellerini iki yana açarak. Ardından kaşlarını kaldırdı ve ellerini ceplerine götürdü. “Ve ikincisi, bu planın uygulamasını bozar.”

            Gözlerimi birkaç saniye odanın içinde gezdirdim. Ardından gülümseyerek bakışlarımı tekrar ona çevirdim. “Buldum! Bir taşla, kuş katliamı.”

            Kaşlarını çattı önce. Ardından gülerken kafasını aşağı eğdi ve tekrar kaldırıp yüzüme baktı. “Ne?”

            “Şöyle ki, bana söylemiyorsan illa karşı çıkacağım bir şey yapacaksındır.” Ona baktığımda gözlerinin yerde olduğunu ve derin bir nefes aldığını gördüm. Tabi ki yanılmamıştım.

            “Gördün mü? Yanılmamışım. Öncelikle, başka bir çözüm bularak başlayacağız. Ki bu sayede bu kimseyi tehlikeye atmamış olacak. Bu birincisiydi. İkincisi, sana iki iyilik yapıp karşılığını ödemiş olacağım ve bir daha gelebilecek halde olacağım. Üçüncüsü, kavalyem yok. Ve dördüncüsü, eğer bununla uğraşırsam o lanet olası Elena’yla uğraşmam.”

            Yüzüne baktığımda beni dikkatle dinlediğini fark ettim. “Hadi gidip bulalım şu elbiseyi. Geç kalıyoruz.”

            …

            “Burada giyinmem çok çocukça bir karardı.” Dedim söylenirken. Çünkü öyleydi. Saçlarımı istediğim gibi yapamamıştım. Ve bu taç gerçekten başımda durmuyor gibiydi. Her şey kötüye gidiyormuş gibi geliyordu. Gelmeliydi de. Önce elbisemi çaldırmıştım, sonra erkek arkadaşımı şehirden kovan adama kavalyem olmasını teklif etmiştim. Kaldı ki o ana kadar olanlar Stefan, Damon ve diğerleri oraya Klaus’la gittiğimi gördüklerinde bütün bunların fragman olduğunu fark ettireceklerdi. Stres somut bir şekilde omuzlarıma oturmuştu ve bu salak kamburumsu yürüyüş işleri daha da beter hale sokuyordu. “Ah, ben suçluyum. Evet, bunu biliyorum.” Diyordu. “Elena yetmezmiş gibi bir de ben. Kolay gelsin!”

            Kapının tıkladığını duydum. Derin bir nefes aldım kapıya bakarken. “Ben gelmiyorum.”

            Kapının arka tarafından ufak bir kahkaha geldi. “Hadi ama aşkım.” Dedi Klaus sitemle. “Bunun senin fikrin olduğunu sanıyordum.”

            Kendimi sandalyenin üzerine bıraktım ve derin bir nefes aldım. Hayır… Of… “Vazgeçmiş olamaz mıyım?”

            Tekrar güldü kapının ardındaki bin yıllık melez. Ugh, Tanrım! Bin yıllık bir melez kapının arkasında beni baloya götürmek için bekliyor ve hey, onu ben davet ettim.

            “Caroline… Sakin ol. Bak, bu baloya gitmeyi ne kadar istediğini biliyorum. Bana sorunun ne olduğunu söyle.” Sesi oldukça ciddiydi. Tanrım… Ortada başta hiçbir şeyi takmamasına neden olacak bir sorun olduğunu biliyordum ve şimdi… Şimdi beni kapının öbür tarafında şımartıyor. Bu adam için bu kadar özel olmak kötü hissettiriyordu. Ve evet her seferinde arkasından vurduğumda onun yine bana güvenmesi çok kötüydü. Biz düşmanlardık. İlk günden beri bu böyleydi. Ben Caroline’ım ve Caroline kimdir? Caroline, Klaus’un ilk kurbanıdır. İlk öldürülecek… Vampir… Tüm bunlar benim ondan korkmamın sebebiydi. Beni tanımadan öldürmek istemişti. Hatta görmeden… Sonra görmüştü ve yine öldürmek istemişti. Bu kez kendi erkek arkadaşımı kullanacak kadar alçak ve hain bir planla. Acıyla zehirlendiğim koca bir gece…

            Ama şu hale bir bakın, bu adam şimdi kapının öbür tarafında ve bir sorun olup olmadığını soruyor. Ve her zaman böyle oldu. Birileri beni ne zaman incitse bir süre sonra kontrolden çıkmama neden olacak kadar büyük bir sevgiyle bana geldiler. Doğruları ne olursa olsun, nereye ait olurlarsa olsunlar yada ne tür bir canavar olurlarsa olsun. Ve işte yine aynısı oluyordu. Ama içimden bir ses ona “Bu muhteşem elbise bana hiç olmadı!” demek istiyordu. Yine farklı bir yanıt döküldü dudaklarımdan. “Bu lanet elbise bir türlü istediğim gibi olmuyor.” Diye yakındım. Ve tabi ki, aynı gece bininci yakınma tonumla.

            “İzin ver göreyim.” Dedi kapının arka tarafında duran adam gayet sakin. Onu delirtmek için her şeyi yapıyor gibiydim. Çocukça davranıyordum, onu sırtından vuruyordum, elime en küçük bir koz geçtiğinde ona arkamı dönüyordum ve sonunda yine pişkin pişkin ona “Bana yardım et.” diyordum. Yardımını beğenmiyordum ve gecesini düzeltmeye çalışmama rağmen rezil ediyordum. Umursamamalıydım. Zaten düşmandık. Düşman mıydık gerçekten? Ah, hayır. Kendimi kandırıyordum. Biz arkadaştık. Bana yaptığı her bir iyiliğin karşısında ona sırtımı döndüğüm için onun kahramanı ve kurtarıcısı olmuştum ve bunun üzerine konmuştum. Tanrım, bende ne buluyor olabilirdi ki?

            Başımı kapıya çevirdim. Belki gerçekten ne giymem gerektiğine karar vermeme yardım ederdi. Yani biliyordum biz arkadaştık ama bu tarz şeyler kız arkadaşlarla yapılır. Ama Klaus’un zevki kuşkusuz kusursuzdu. “Pekâlâ. Gel. Ama korkup kaçacaksan bile bunu çaktırma.”

            Kapı ufak bir gıcırtıyla aralanırken olmamış kıyafetimle ona baktım. Kaşlarını çatıp beni baştan aşağı süzdü. Ardından kollarını bağlayıp kapıya yaslandı. “Şuan sorun umarım kıyafetin arkasındadır diye düşünüyorum.” Dedi başını iki yana sallarken.

            Derin bir nefes aldım. “Dalga geçeceksen sağ ol, ama almayacağım. Ayrıca beğenmiş bir halin yok.”

            Gülümsedi. Yüzümü buruştururken ne kadar kızardığımı hissedebiliyordum. Ah… Onun beğenmesini beklediğimi bu kadar belli etmem göz ardı edilebilirdi, değil mi? Kızardığımı anladığı bakışlarındaki parlaklıktan son derece anlaşılıyordu. “Evet… Tabi ki… Beğendim. Ne bekliyordun? Şaşırma falan mı?”

            Suratına bakarken kaşlarımı çattım. “Hayır.” Tabi ki hayır… Bunu nasıl söylerdi? Ah, deliriyordum. “Belki biraz…”

            Bu sefer yüzüne koca bir gülümseme yayıldı. Tamam… Bunu söylediğim için durup kızarmayacaktım. Hızlıca konuşmaya başladım. Belki bu şekilde benim de onunda aklı o son söylediğim çılgın şeylerden biraz olsun uzaklaşabilirdi. “Taç olmadı, saç olmadı… Ve ben kesinlikle şuradan şuraya gitmiyorum.”

            Gülümsedi tekrar. Her güldüğünde bu o kadar içtendi ve mavi gözleri öyle parlıyordu ki,  kendimi bir tiyatro sahnesinde rolünü kötü yapan biriymiş gibi hissediyordum. Onun kadar hissederek yaşamıyordum belki… Ama bu bir çelişki doğururdu. Bunca hisseden bir adam nasıl olur da bu kadar kolay öldürürdü? Bu soruyu ona uygun bir zamanda soracağım diğer soruların yanına attım.

            “İstiyorsan burada kalabilirsin, aşkım. Ama sorun şu ki bunu o baloya gidip geldikten sonra yapacağız.” Gözlerimi istemsiz olarak devirdim. Dalga geçiyordu ve buna vakit yoktu. Saçımı düzeltmeliydim. Ya da defolup evime gitmeliydim. Cehennem gece! Yanmaya erken başlamıştım. “Burada kalmak istediğim falan yok. Kırılmadan şu lanet tokayı kafamdan çıkaracağım ve sonra gideriz. Kötü olması hiç olmamasından iyidir.”

            Saçımdaki tokayı çekip çıkardım. Ardından dönüp bana bakan adama baktım. Yanıma yaklaştı ve tokayı elimden aldı. Elinin elime değmemesi için tokayı hızla avucuna bıraktım ne yaptığımı sorgulamadan, ama engelleyemedim tabi.

            “Anlaşılan tokayı ben takacağım.” Ve benim hiçbir şey söylememe fırsat vermeden dolanıp arkama geçti ve topuzumun yanına tokayı ustalıkla tutturdu. Bu tokanın düzgün durmasına neden olmakla kalmamış, topuzun duruşunu da düzeltmişti.

            “Bu toka…” dedi Klaus. “Bu tokayı takan kadın bu işte çok ustaydı. Yani… Bu tarz tokaları takmak konusunda… Bu en sevdiği tokaydı.”

            Kaşlarım çatılırken arkamda duran adama döndüm. Ne demekti bu? En sevdiği tokanın Klaus da işi neydi? “Ve bu tokanın sende işi ne?” dedim merakımı daha da bastıramayarak. Derin bir nefes aldı Klaus. Dönerken hesaba katmadığım bir şekilde aramızda birkaç santimden fazlası yoktu. Ve konuştuğunda, her bir sesli harfle yeniden nefesi yüzüme, kalbim göğüs kafesime vurdu.

 

            “Bana vermişti. Gidelim mi?” Dedi kolunu girmem için bana uzatırken.

 

End Notes:

Lütfen yorum bırakın.