Actions

Work Header

Rating:
Archive Warning:
Category:
Fandom:
Additional Tags:
Language:
Türkçe
Collections:
Turkfanfiction
Stats:
Published:
2016-12-13
Completed:
2016-12-13
Words:
40,936
Chapters:
32/32
Comments:
1
Kudos:
4
Hits:
222

KOD: S.L.A.S.H

Summary:

Jack dünyaca ünlü, başarılı ve bir o kadar da yakışıklı bir hırsızdır. Simon'sa hayallerini gerçekleştirememiş bir muhasebecidir.
Ama kader böyle zıtlıkları birleştirmeyi sevdiği gibi Jack ve Simon'un yolunu birleştirmesi uzun sürmez...
Zayıf bir bünyesi olan ve kan gördüğünde kusan Simon kendini en ünlü hırsızın yanında sürüklenir bulurken duygusuz ve işinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen Jack'se birini sevmenin zevkini tatmaktadır. -teneby

Notes:

Arşivist görevindeki Glenien'den not: Bu hikaye daha önce, artık kapanmış olan Turkfanfiction.net'te yayınlanmıştır. Sitede kalan hikaye arşivini korumak için, Türkfanfiction.net olarak Kasım 2016'dan itibaren, AO3'ün Open Doors (Açık Kapılar) projesi kapsamında, sitede bulunan tüm hikaye arşivini AO3 koleksiyonuna taşımaya başladık. Bu haberin duyurusu çeşitli kanallarda yapıldı, ancak size ulaşmamış olabilir. Bu yazarı tanıyorsanız veya bu yazar sizseniz, hikayeyi üzerinize geçirmek için lütfen profil sayfamdaki e-mail adresini kullanarak bana ulaşın.

Chapter 1: Vol 1 Chp 1

Summary:

Jack dünyaca ünlü, başarılı ve bir o kadar da yakışıklı bir hırsızdır. Simon'sa hayallerini gerçekleştirememiş bir muhasebecidir.
Ama kader böyle zıtlıkları birleştirmeyi sevdiği gibi Jack ve Simon'un yolunu birleştirmesi uzun sürmez...
Zayıf bir bünyesi olan ve kan gördüğünde kusan Simon kendini en ünlü hırsızın yanında sürüklenir bulurken duygusuz ve işinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen Jack'se birini sevmenin zevkini tatmaktadır. -teneby

Chapter Text

 

 

 

Story Notes:

BEN TENEBY, SABLE HİKAYEMİ ÇALMADI AMA HESABIMDA BİR SORUN OLDU, O YÜZDEN ARTIK BURADAN HİKAYE PAYLAŞACAĞIM, BİLGİNİZE :D!!!!!

Ya aslında hikayenin sadece Slash ve Smut ve Dark uyarısı olmayacaktı, ben argo ve A/S/U da koyacaktım ama bi türlü beceremedim hepsini işaretlemeyi o yüzden lütfen burada yazdığım uyarıları da göz önünde bulundurun.

 

İşte bannerımız! :D -Aylak- saolsun İLK banner'ımı yaptı :D bence uydu da karakterler, hani tabii bu halleriyle hayal edin demiyorum :D çünkü Jack Ian'dan bile yakışıklı <3 <3 Neysee, Eda!!! Çok teşekkürler!!!! Hoğğğ kendimi o ünlü hikayelerden birini yazan biri gibi hissettim :3 uğraştığın için çok teşekkürler yine !! <3 çok bıcı olmuş! <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3


 

 

Author's Notes:

Hesabımda bir sorun oldu o yüzden ben de hikayemi Sable'ın hesabına taşımaya karar verdim. sakıncası yoksa birinci bölüme yaptığınız yorumları buraya da yapabilir misiniz?? *şirin bakışlar atar*

KOD : S.L.A.S.H

Vol 1. Nankör olan sadece kediler değildir.

 


 

"Bir..." , "İki..." , "Üç..."

GÜM!

Jack patlayan bombanın etrafa saçtığı, adeta aç bir canavar gibi her şeyi yiyen ateşe bakarken haykırmadan edemedi : "Bu nasıldı, piç kuruları?"

Patlamayı izlemek ama yaralanmamak için saklandığı yerden çıktı, neredeyse kolu kadar olan Knight 0648 silahını eline aldı ve daha rahat taşımak için sağ omzuna sabitledi. Görüş alanını temizlemek için etrafını saran dumanı eliyle savuşturduğunda en sevdiği siyah deri eldiveninin hasar gördüğünü fark etti ve patlamanın bütün keyfi kaçtı.

O, en sevdiği eldiveniydi.

Dumanı yara yara ilerlerken kalın tabanlı botlarının altında ezilen bina kalıntılarının çıtırtılarına insan sesleri karışınca silahın yeşil düğmesine basıp şarj etti. Patlamayı görüp harekete geçmeleri uzun bile sürmüştü aslında. İnsan dünyanın en prestijli bankasını soymaya çalıştığında daha aksiyon dolu bir şeyler bekliyordu. Her saniye istediği şeyin saklandığı kasaya yaklaşırken alevler de etrafı yiyor, patlamanın dışında kalmış güvenliklerin ona ulaşmasını zorlaştırıyordu. Kasaya birkaç metre kalmıştı ki alevlerin çıtırtısı doldurulan silah şarjörlerinin sesinde kayboldu. Jack heyecanla sonunda, diye düşünürken yüzünde kocaman bir gülümsemeyle arkasına döndü.

Bu kadarcık mı?

Hala yere inmemiş dumanın ortasında on adam duruyordu. Jack sinirle gerçekten mi? Diye homurdandı içinden. Benim gibi bir hırsıza sadece on adam mı? Herifler binanın ana girişini uçurduğumu fark etmedi herhalde.

On siyah takımlı ve bina içinde olmalarına rağmen güneş gözlüğü takan adam ve Jack bir süre bakıştı. Jack onların yüzlerine değil de ellerinde tuttukları silahlara bakıyordu. Hepsinde  aynı tip silah vardı ve Jack bu silahı zar zor tanıyabildi:  Aveugler 98. Yer altı piyasasında yeni çıkmış bir silahtı ve diğer silahlardan çok üstün olduğunu duymuştu. Hedefi kör ederek etkisiz hale getiriyor sonra da bayıltıyordu, polislerin sorgulamak için öldürmedikleri suçluların üzerinde kullanılması için üretildiği belliydi. Jack biraz tedirgin olmuştu şimdi, yer altı piyasasına yeni düştüğü için daha önce bu silahla hiç talim yapmamıştı ve nasıl manevralar yapması gerektiğini tam kestiremiyordu. Bu...bu...kesinlikle MUHTEŞEMDİ!

Jack uzun zamandır bir görev için bu kadar heyecanlanmamıştı.

Heyecanı bütün bedenine yayıldı ve ani bir adrenalin patlaması eşiğinde silahını ateşledi. Knight 0648'in saniyede 50 mermi atan ateşleyicisi sağ omzunu yakarken acıyla inledi. Silah korumasını takmayı nasıl unuturdu?! Jack omzundan bütün bedenine yayılan acıyı adrenalin sayesinde unuturken ona doğru gelen bir mermiden son anda kurtuldu.

Ani acı dalgası yüzünden silahın menzil doğrultusunu kaydırdığını fark edip ateşi yine on adamın üstüne sabitledi. Kurşunlar adamları tararken her yer bir anlığına kana bulandı, mermiler eti o kadar şiddetli deliyordu ki fışkıran kan Jack'in kıyafetlerine bile bulaştı.

Jack yanağına bulaşan birkaç damla kanı elinin tersiyle sildi, on adam çoktan parçalanmıştı. Hafif bir hayal kırıklığı ve  bilmediği bir silahta bile yaralanmamanın verdiği keyifle ilerlemeye devam etti. Adamların üstünden geçerken bir an durdu ve silahlardan birini eline aldı. Jack'in kurşunlarından zarar görmüş olsa bile hala çalışır durumdaydı.

Silahı kemerinden sarkan zincirlerden birine asıp yoluna devam etti. Bir yandan da on adamı bu kadar kolay nasıl yere serebildiğini düşünüyordu. Aklını kurcalayan iki şey vardı:

Birincisi ,burası dünyanın en korunaklı bankalarından biri olmakla ünlü olsa bile Jack girişi patlatabilmişti ve istediği şeye doğru kolayca ilerliyordu.

İkincisi de karşısına on adam çıkmıştı ve hepsi de Aveugler 98 kullanmasına rağmen Jack kolayca onlardan kurtulmuştu. Jack'i daha çok uğraştıran korumalar olmuştu, hem de bundan çok daha korunaksız bankalarda.

Bu işte yanlış giden bir şeyler var... diye düşündü Jack kaşlarını çatarken. Adımlarını hızlandırdı, burada daha fazla zaman harcamak istemiyordu. Yaklaşık beş metre uzunluğunda ve altı metre enindeki kasanın önünde durdu. Hatta kasaya o kadar yakın duruyordu ki burnu soğuk metale değiyordu.

Deri ceketinin cebinden avuç içi kadar bir bomba çıkardı ve kasanın üstüne yerleştirdi. Patlatıcıyı etkinleştirmeden önce biraz uzaklaştı. Kırmızı düğmeye bastığı an kasanın kapısı dumanlar eşliğinde eridi, bu asit bombalarından biriydi.

Ve kasanın içini gördüğü an ağzı açık kaldı. Haklıydı, başından beri beklediği terslik tam önünde duruyordu.

Kasa tıka basa adamla doluydu ama önemli olan adamlar değil ona yöneltilmiş onlarca Aveugler 98 namlusuydu.

Jack Knight 98'i sırtına atarken koşmaya başladı. Kendi açtığı deliğe doğru son sürat koşarken mermiler sırtında bir o yana bir bu yana sallanan silahına isabet ediyordu. Hedef almayı zorlaştırmak için zig zaglar çizerken sol topuğu yanmaya başladı. Acıyla haykırırken panik içinde lanet kurşunlardan birinin topuğuna isabet ettiğini fark etti. Hızı düşerken sol topuğuna her bastığında haykırıyor acıdan kendinden geçecek gibi oluyordu. Neyse ki başka bir mermi yemeden kendi deliğine ulaştı. Dışarıda hiç polis yoktu, herhalde herifler bu işi kendi halledebileceğini zannetmişti.

Jack koşabildiği kadar hızla koşmaya devam ederken görüşü kararmaya başladı. Beklediği oluyordu: görüntü ilk önce bulanıklaştı ve sonra da tamamen karardı. Kör olmuştu. Panik yapmamaya çalışarak ilerlemeye devam etti ama artık koşmuyor hatta yürümüyordu bile! Sekiyordu, kandan ıslanmış ayakkabısının içinde sol ayağı fena yanıyor ve yürümesini engelliyordu. El yordamıyla ne kadar ilerledi bilmiyordu ama çok geçmeden bütün bedenini bir hissizlik kapladı. Bayılıyordu. Panikle etrafını görebilmeyi diledi, nerede olduğunu anlamaya çalıştı son bir çabayla.

Bayılacaktı ve uyandığında kendini bir sorgu odasında bağlı bulacaktı.

Jack inledi ve acı içinde yere serildi...

                                                                         ***

Bi.-bip.

Simon mesai kartını okuyucudan uzaklaştırıp cebine koydu. Ellerini ceketinin ceplerine koydu ve bir günü daha bitirmiş olmanın yorgunluğuyla derin bir iç çekip iş yerinden çıktı. Sonbaharın ortasında oldukları için hava çoktan kararmıştı.

Yine de yoldan geçen arabaların farları ve etraftaki evlerin ışıkları sokakları aydınlatmaya yetiyordu. Kısık bir uğultu eşliğinde esen rüzgarla ürperirken giydiği ince yün kazağın boğazını çenesine doğru çekti. Belki normal insanlar için kazakları indirmek için daha erkendi ama Simon minik bir rüzgardan bile onu on gün boyunca yatağa bağlayacak hastalıklar kapabilecek kadar zayıf bir bünyeye sahipti.

Belki de eve gitmek için otobüs kullanmaya başlamalıyım, diye geçirdi içinden eve yürüyerek giden Simon. Ne kadar zayıf bir bünyesi olsa da Simon yürümeyi seviyordu. Üstelik yaşadığı şehir kadar estetik bir şehirde yürümek ayrı bir zevkti.

Evlerin, gökdelenlerin ve arabaların ışıkları altında bir elmas gibi pırıl pırıl parlayan sokaklar Simon'un her zaman nefesini keserdi.

Evet, Simon  bir güvenlik şirketinin hesap işlerini denetleyen biri için fazla edebiydi.

O da nasıl bu işe girdiğini bilmiyordu. Aslında başından beri, yani küçüklüğünden beri istediği şey yazar olmaktı. İnsanların göremediği basit güzellikleri yazmak, herkesin onu bir idol olarak görmesini istiyordu, hatta bunun için çalışıyor ve her saniyesini kitap okuyarak geçiriyordu.

Ama sonuç ne oldu?

Kitaplardan adım atılacak yer kalmayan tek odalı bir evde yaşayan bir muhasebeci.

Simon şikayetçi değildi. Güzel bir işi, düzenli bir maaşı ve yaşayabileceği bir evi vardı. Aslında mutlu bile sayılırdı. Yazarlık onun için çocukluğunda bıraktığı oyuncaklar gibiydi, yüzde tatlı bir gülümseme bırakan ama unutulan şeyler gibi...

Peki nasıl muhasebeci olmuştu? Elbette aile baskısıyla. Anne ve babası yazarların fakirlikten öldüğünü Simon'a kafasına vura vura inandırmıştı. Tatlı bir dille gerçek bir işi olduktan sonra yazar olabileceğini söylemişlerdi ona. O sırada üniversite seçimini yapmaya çalışan on sekiz yaşındaki Simon da onlara inanmış ve ekonomi okumuştu. Ama bir daha asla eskisi gibi olmamıştı.

Üniversite yıllarının  yoğunluğunda Simon ne okuyacak ne yazacak zaman bulmuş ve mezun olduktan sonra babasının yardımıyla hemen bu işe girmişti. Bütün bankaların, alışveriş merkezlerinin, müzelerin güvenliğini sağlayan bu kocaman şirkete. Şirketin bu kadar gelişmiş olması bir yığın eve kalan iş demekti ve eve kalan iş de zaman kıtlığı demekti.

Simon nereden bu konulara girdiğini düşünürken gözü yoldaki parlak sıvı birikintisine takıldı. Sıvı ışık altındaki su gibi değil de daha farklı bir şey gibi parlıyordu. Yolun ortasındaki oyukta toplanan sıvı, yana kıvrılan ara sokaktan akıyordu. Simon sıvı birikintisinin üstünden kocaman bir adım atıp biraz ilerledi.

Sonra durdu. Geri döndü.

Sıvının kaynağını takip edip diğer sokaklara göre daha karanlık olan ara sokağa girdiğindeyse kalbi yerinden çıkacak gibi oldu.

 O sıvı dediği şey kandı ve önündeki baygın adamdan akıyordu.

Simon panikle etrafına bakındı. Yardım edecek birilerini aradı ama şansına kimse görünmüyordu ortalıkta. Sonunda bütün cesaretini toplayıp eğildi ve iki parmağını adamın başını yana eğmekten gerilmiş boynuna koydu. İşaret parmağının ucunda çok zayıf bir ritim hissedince rahatlayarak geri çekildi.

Yaşıyordu.

"Bayım..." diye seslendi. "Bayım?"

Adamın kafası hareket eder gibi oldu, dudaklarından acı dolu bir inleme çıktı. Simon adamın bir çöplüğün yanında kanlar içinde ne aradığını tahmin etmeye çalışırken "Sizi hastaneye götürmeliyim." diye mırıldandı. Yaralı bir adamı -üstelik kan kaybeden bir adamı- sokakta bırakamazdı.

Adam bir kez daha inledi, bu sefer daha yüksek sesle inlemişti.

Adamın bir şeyler anlatmaya çalıştığını düşünüp "Efendim?" diye sordu ama adam tekrar bayılmıştı. Simon derin bir nefes alıp adamın bedenine baktı ve yaralarını bulmaya çalıştı. Tek bulabildiği omzundaki bir yanıktı. Sonra yanığın bu kadar kanamayacağını düşünüp biraz daha dikkatli baktığında adamın ayakkabısının sol çiftinin kandan ıslanmış olduğunu fark etti. 

Ambulans çağırmak için cebinden telefonunu çıkardı ve telefonun ekran ışığında adamın deri ceketinden çıkan bir kağıt dikkatini çekti, kimliğiyle ilgili bir şey olabilirdi. Kağıdı alıp açtığı an nefesi bir kez daha kesildi.

Kağıttaki yazılar kalın ve kocaman puntoyla yazılmış bir ARANIYOR'la başlıyordu.

O bir suçluydu! Kağıttaki ilanın devamında adamın çok ünlü ve başarılı bir hırsız olduğu yazıyordu. Simon kağıdı elini yakıyormuş gibi atarken adamdan biraz uzaklaştı. Şimdi ne yapmalıydı? Onu polislere mi vermeliydi?

Evet, kesinlikle onu polise vermeliydi.

Ama adamın ekran ışığında parlayan yüzünü gördüğü an kararını değiştirdi.

Simon adamı kaldırmaya çalıştı ama uzun ve yorucu bir sürecin sonunda vazgeçip ana sokağa geri döndü. Önüne çıkan ilk taksiye deli gibi işaret ettikten sonra taksi şöföründen adamı arabaya taşımasını rica etti. Şöför adamın halini görünce onu arabaya alıp almamak konusunda tereddüt etse de Simon bu minik pürüzü küçük bir meblağ sayesinde aşabildi.

Şöför adamı Simon'un ikinci kattaki dairesine kadar taşımasına da yardım etti.

İşte, uzun bir çabanın ardından Simon'un minik salonundaydılar, adam Simon'un koltuğundan taşmak suretiyle yatıyor Simon'sa onun karşısında dikilmiş ne yapması gerektiğini düşünüyordu.

Sonunda işe adamın kıyafetlerini çıkarmakla başlamaya karar verdi. Yavaşça adamın kaslı bedenine yapışmış tişörtü çıkardı. Tişört yeri boylarken Simon kusmamak için kendini zor tuttu. Adamın sağ omzundaki yanık korkunç görünüyordu. Simon'un kusmamak için adamdan biraz uzaklaşması ve bir süre derin nefesler alması gerekti.

Adama tekrar döndüğünde yanığın, lisedeyken aldığı ilk yardım derslerine dayanarak 2. derece bir yanık olduğuna karar verdi. Biraz su, bez, adamın şansına bulduğu silverdin krem ve sargı beziyle geri döndü. İlk önce adamın yarasını temizledikten sonra kremi sürdü ve sargı beziyle kapadı.

Uzaklaşıp adama tekrar baktığında başka bir yara göremedi. Birkaç önemsiz çizik dışında iyi durumdaydı. Sonra salonu dolduran şıp şıp seslerini duyunca Simon'un aklına adamın ayağı geldi. Hemen botlarını çıkardı. Botlarını çıkarırken bile elleri kana bulanan Simon bir kez daha kusma dürtüsüyle savaşmak zorunda kaldı.

Simon adamın ayağını gördüğünde tuvalete zor yetişti. Kustuktan ve yüzünü birkaç kere yıkadıktan sonra geri döndü ve yaraya biraz daha yakından baktı. Kurşun. Evet, topuğuna kurşun girmişti.

Ama Simon kurşun çıkarmayı bilmiyordu ki!

"Lanet olsun!" diye homurdandı hayatında ilk defa küfüre yakın bir şey söylediğini fark etmeden.    Minik salonda volta atarken aklına ilk yardım kitaplarının hala onda olduğu geldi. Kitapları bulduğundaysa adamın gerçekten şanslı olduğunu düşündü, kurşunun nasıl çıkarılacağı yazıyordu.

Simon denildiği gibi yaranın etrafını ve kurşunu çıkarmak için kullanacağı cımbızı dezenfekte ettikten sonra cımbızı kurşunun açtığı yarıktan içeri soktu ve kurşun daha fazla ilerlemeden çekip çıkardı. Kurşun cımbızın ucundan fırlayıp salonun bir kenarına yuvarlanırken Simon derin bir nefes aldı.

Düşündüğünden kolay olmuştu.

Yaranın üstüne biraz dezenfektan sürdükten sonra yarayı sardı ve son derece yorgun ve uykulu halde yere çöktü. Üstündeki kanı yıkayacak kadar bile enerjisi kalmamıştı.

 

Simon bir hırsızın yanında gözlerini kapamak ne kadar güvenli bilemiyordu ama biraz sonra gözleri kapandı.

 

End Notes:

Evvvet artık diğer bölümü de buna koyuyorum :D