Actions

Work Header

Rating:
Archive Warning:
Category:
Fandom:
Additional Tags:
Language:
Türkçe
Collections:
Turkfanfiction
Stats:
Published:
2016-12-10
Completed:
2016-12-10
Words:
1,747
Chapters:
2/2
Bookmarks:
1
Hits:
105

Kırmalar Meclisi

Summary:

Kader zıtlıkları karşı karşıya çıkarmaktan zevk alır.
Kendisine 'kahraman' anlamında mı yoksa 'canavar' anlamında mı Aglæca denildiğini anlayamamış bir iblis avcısı, sırf peri kanı taşıdığı için 180 yıl boyunca bir kılıca hapsolmuş ve açıkçası zevkleri konusunda pek seçici olmayan bir adam, namahrem geçirmez bir geyikli battaniye, dünyadan soyutlanarak büyümüş asosyal ve halkı tarafından hoş karşılanmayan bir elf prensi, gerçek kimliğinin farkına varana kadar neredeyse nefes alan her dişiyle flört etmiş liseli bir ergen. Pek iyi anlaştıkları söylenemez.

Notes:

Arşivist görevindeki Glenien'den not: Bu hikaye daha önce, artık kapanmış olan Turkfanfiction.net'te yayınlanmıştır. Sitede kalan hikaye arşivini korumak için, Türkfanfiction.net olarak Kasım 2016'dan itibaren, AO3'ün Open Doors (Açık Kapılar) projesi kapsamında, sitede bulunan tüm hikaye arşivini AO3 koleksiyonuna taşımaya başladık. Bu haberin duyurusu çeşitli kanallarda yapıldı, ancak size ulaşmamış olabilir. Bu yazarı tanıyorsanız veya bu yazar sizseniz, hikayeyi üzerinize geçirmek için lütfen profil sayfamdaki e-mail adresini kullanarak bana ulaşın.

Chapter 1: Prologue – Mr. KILIÇ

Chapter Text

 

 

 

Story Notes:

Öncelikle, gerçekten Sera ismine takıntım falan yok. Sadece buraya koyduğum hikayeler genelde üzerinde ciddi anlamda düşünmediğim şeyler oluyor ve üzerinde fazla düşünmediğim hikayelerin ana konusu ve protagonistleri benziyorsa direk ismini Sera koyma gibi bir alışkanlığım vardı bir aralar.

Açıklama gayet saçma duruyor ama merak etmeyin hikaye açıklamadan daha saçma. Absürtlüklerle dolu. Kısacası bu hikayeyi sadece; yazmak için yazıyorum. Ya da üzerinde ciddi olarak düşündüğüm hikayeleri masaya yatırmadan önce yazı tarzımı geliştirmem gerektiğini düşündüğüm için yazıyorum da diyebiliriz sanırım.

Bir de ana karakterlerin saçmalıklarından çok hoşlanıyorum. Gerçekten aptallar. Umarım onların aptallıklarını sergileyebilecek kadar ilerletebilirim bu hikayeyi. Çünkü açık konuşmam gerekirse bu hikayedeki olay kurgu değil daha çok karakterlerin aptallık kotasının aşılmaz derecede yüksekte oluşu. (Benden gereksiz bir başarı daha!)

Yine çenem düştü. En iyisi susayım.


 

 

Author's Notes:

İlk bölüm bayağı bir kısa oldu. (Bilgisayarım saçmalayıp duruyor da şu sıralar.)

 


 

 

 

Kasım - 1834


Siyah saçlı genç adam geniş coşkulu adımlarıyla dar sokakları arşınladı. Ahırlardan gelen ağır tezek kokusu bile bugün onu rahatsız edemezdi. Kışın yaklaştığının habercisi olan sert sonbahar rüzgârı suratına karşı eserken kızarmış burnu ve yanaklarına rağmen morarmaya yüz tutmuş dudaklarında geniş bir gülümseme vardı. Elleri lacivert ceketinin ceplerinde içgüdüsel olarak bir sıcaklık bulmaya çalışıyordu. Bordo atkısı karmakarışık bir yumak halinde boynundan sarkıyordu.


Kasabanın diğer ucundaki çiftliğe vardığında çitlerin gerisinde görünmeyeceğinden emin olduğu bir noktada durup etrafı kontrol etti. Ardından aldatıcı sonbahar güneşi eşliğinde mutlu yolculuğuna devam etti. Ormanın ucuna vardığında onu bu kadar mutlu eden kişi artık karşısındaydı.

Kız pelerine bürünmüştü ama siyah saçlı genç adam kızın altın sarısı saçlarının parıltısını uzaktan bile seçebiliyordu. Zaten kulaklarına varmış olan gülümsemesi daha da genişlemesi mümkünmüş gibi durmamasına rağmen daha da genişledi, genç adamın gece mavisi gözleri her zamanki tek düze grimsiliğinden kurtulup gökyüzünü yansıtmaya başladı.


Ama pelerinli kız diğerinin varlığını hissedip döndüğünde genç adam bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. Ancak yine de yürümeyi sürdürdü.

Ağaçların arkasından birkaç tüfekli adam çıktığında, genç adamın kendinden geçmiş gülümsemesi ve aceleci adımları bıçakla kesilmişçesine son buldu. Kıza son bir defa hayal kırıklığıyla bakan genç adam ellerini ceketinin ceplerinden çıkarıp yumruklarını sıktı. Tüfekli adamlar etrafını sarmaya başlarken yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bunların başına geleceğini önceden tahmin etmeliydi, kasabalıların onu olduğu gibi kabulleneceğini zannederek aptallık etmişti.

Sırrını kimseye söylememeliydi. Ona bile.

Tüfekli adamlardan biri tüfeğiyle onu gösterip yere tükürdü.

"Senin gibi lanet kanı bozuğun tekinin bu kasabanın kızlarından birine dokunabileceğini mi sanmıştın? Paran umurumuzda değil, defol git buradan."

Diğer adamlar, arkadaşları dünyanın en etkileyici ve ilham verici konuşmasını yapmış gibi kafalarını sallayıp homurtularıyla bu cümleleri desteklediler. Genç adam, kasabalıların aralarında şimdiden ona şeytanın çocuğu ve cadı gibi saçma sapan isimler taktıklarını duyabiliyordu. Bu aptallığa daha fazla bulaşmak istemediğine karar verip derin bir nefes aldı ve etrafına bakındı. Soğuk ellerini tekrar ceket ceplerine soktu, arkasını döndü ve kasabanın diğer ucuna; dağ yolundaki malikâneye doğru yürümeye başladı.

Birinin onu takip ettiğini fark ettiğinde, genç adam çoktan ıssız dağ yolunda tek başına yürüyordu. Yardım isteyebileceği kimse yoktu, zaten yardım isteyeceği birileri olacak olsaydı bile ona yardım edecek biri de yoktu.

Genç adam kaderini kabullendi ve yürümeye devam etti. Boğazına bir el sarılıp ağzı ve burnu keskin kokulu bir bez parçasıyla kapatıldığında sesini çıkarmadı.

Sonuçta elinden hiçbir şey gelmezdi.

 

End Notes:

Aslında ben bilgisayara Shingeki no Kyojin fanfiction'ı yazmak için oturmuştum. Nasıl oturduysam artık bilgisayar beni kovdu, ilham perisi dayak manyağı etti resmen.

Layf iz cruel :c