Actions

Work Header

Rating:
Archive Warning:
Category:
Fandom:
Additional Tags:
Language:
Türkçe
Collections:
Turkfanfiction
Stats:
Published:
2016-12-19
Completed:
2016-12-19
Words:
32,875
Chapters:
17/17
Hits:
26

Cappuccino

Summary:

Sizi ani ve zor bir seçime zorlayan, spot ışıklarının vazgeçilmez çocuğu Baran'la tanışın. Hayatını, soğuk bir maskenin ardına saklanıp yaşayan kızın hayatını cehenneme çevirip buzdan maskelerinin erimesini sağlayan bu çocuk başına bir sürü iş açıyor.

Hayatlarını tamamen ayırmaya çalışsalar da başına gelenler yüzünden bir kaçağa dönüşüyorlar.

Soğuk kar fırtınalarının içinde kendi cehennemini yaratan, iki genç arasında kalan Ekin, acaba cehenneminde ısınabilecek mi?

Notes:

Arşivist görevindeki Glenien'den not: Bu hikaye daha önce, artık kapanmış olan Turkfanfiction.net'te yayınlanmıştır. Sitede kalan hikaye arşivini korumak için, Türkfanfiction.net olarak Kasım 2016'dan itibaren, AO3'ün Open Doors (Açık Kapılar) projesi kapsamında, sitede bulunan tüm hikaye arşivini AO3 koleksiyonuna taşımaya başladık. Bu haberin duyurusu çeşitli kanallarda yapıldı, ancak size ulaşmamış olabilir. Bu yazarı tanıyorsanız veya bu yazar sizseniz, hikayeyi üzerinize geçirmek için lütfen profil sayfamdaki e-mail adresini kullanarak bana ulaşın.

Chapter 1: Capuccino

Summary:

Sizi ani ve zor bir seçime zorlayan, spot ışıklarının vazgeçilmez çocuğu Baran'la tanışın. Hayatını, soğuk bir maskenin ardına saklanıp yaşayan kızın hayatını cehenneme çevirip buzdan maskelerinin erimesini sağlayan bu çocuk başına bir sürü iş açıyor.

Hayatlarını tamamen ayırmaya çalışsalar da başına gelenler yüzünden bir kaçağa dönüşüyorlar.

Soğuk kar fırtınalarının içinde kendi cehennemini yaratan, iki genç arasında kalan Ekin, acaba cehenneminde ısınabilecek mi?

Chapter Text

 

 

Sorunlu ve asabi bir kız olmak benim suçummuş gibi davranan ailemle bir de oturup film gecesi keyfi mi yapacaktım? Saçmalık! Annemin seçtiği -hep olduğu gibi- bol ağlamaklı filmden sıkılıp öfleyip pöflediğimde 'uyumsuz kız' damgasını bir kez daha alnımın ortasına yapıştıracaklardı ve daha sonra babam bana dönecek, o otoriter sesiyle

 

"Ekin, derhal odana." Diyecekti.

 

Zaten bozuk olan aramız bir kademe daha bozulacaktı. Tıpkı küçükken deney yapmak için odama kaçırdığım etlerin bozulup kokmaya başlaması gibi.

 

Zaten psikopat olma potansiyeli taşıdığımı biliyordum ve ailemin bakışlarıyla yüzüme vurup bu süreci hızlandırmalarını istemiyordum. Aptal kolej-lise. Üniversite hayatını aratmayan şımarık veletler. Yarın göreceğim manzara buydu.

 

Sarı saçlarımı at kuyruğu yaptım ve yatağıma girdim. Buz gibi yorgan iyi hissettirmişti. Yavaş yavaş yatağın içi ısınırken gevşeyip uykuya daldım.

 

* * *

 

Sırtımı rahatsız okul sırasına yasladığımda Nalan hocanın rahatsız edici derecede yumuşak çıkan sesinin tüm enerjimi emdiğini hissediyordum. Bir de sıraların etrafında dolaşması yok mu! Yanıma yaklaşırken sesinin verdiği rahatsızlık bir kademe daha artıyordu.

 

Sessizce inleyip sıraya kapandığımda telefonumun titrediğini hissettim. Sırada doğrulup pantolonumun cebinden telefonumu çıkarttım.

 

'Çıkışta beni bekle konuşacaklarımız var'

 

Bu dengesiz, şımarık züppeyi nasıl olmuştu da iyi bir insan gibi görmüştüm? Başta her şey farklıydı tabii. Okula yeni gelmişti ve o... Ne bileyim samimi gibiydi. Geç olmadan gözüm açılmıştı da tüm iletişimimi koparmaya çalışmıştım.

 

Eh, hala pek koparabilmiş değildim. Mesaja bakıp kaşlarımı çatarken sağımda dikilen rahatsızlık kaynağını hissedince kaskatı kesildim. Yavaşca başımı çevirip kızgın yüz hatlarına baktım. Nalan hoca uzun, ince parmaklı avucunu bana doğru açmış bekliyordu.

 

Peki ben ne yaptım? Kadının patlamaya hazır gibi duran yüz ifadesine bakıp aptal aptal sırıttım! Telefonu yavaşça avucunun içine koydum ve havaya kalkıp bir ok gibi kapıyı gösteren elini gözlerimle takip ettim.

 

"Nalam hocam-" Derken beni böldü ve yumuşak sesini sertleştirerek

 

"Nereye gideceğini biliyorsun değil mi küçük hanım?" Dedi. Gözlerimi devirip kapıya uzattığı elini geçtiğimde arkamdan geldiğine adım kadar emindim. Kapıdan çıktığımda onun da gelmesi için kapıyı açık bıraktım.

 

Müdürün odasına daha önce hiç gitmemiştim ama hocalarla da aram pek iyi sayılmazdı. Hep müdüre gitmenin kıyısından dönmüştüm. Ne diyelim şans bu sefer beni yarı yolda bırakmıştı.

 

Nalan hoca benim önüme geçti ve müdürün kapısını çalıp cevap gelmesini beklemeden içeri girdi. Ben hala kapının önünde dikilirken görünmez olmak için dua ediyordum. Ne yani? Alt tarafı gelen mesajı okumuştum. Hem daha önceden de birkaç ufak öğretmen-öğrenci atışmasından başka bir suç işlememiştim de! Muhtemelen sınıfta bir türlü sağlayamadığı otoriteyi beni kurban ederek sağlayacaktı.

 

Madur öğrenci Ekin Karaman (17) sınıfta otoritesini kullanamayan Nalan Ertaş (38) tarafından kurban edilerek disiplinlik oldu. Okuldan atılmadan önce son sözleri 'Bir oyuna kurban gittim.' Olan Ekin, bizce yaşadığı olayı hakediyordu. Hiç de sevmeyiz sürtüğü iyi oldu.

 

Muhtemelen okul gazetesinde benim için böyle bir haber çıkacaktı. Gerçi o da haber yapacak kadar önemserlerse olacaktı ya!

 

Okulumuzun yapay barbie bebekleri. Hani şu plastik, kolu bacağı sadece ileri ve geri giden. Bu okulun tüm kızları tam olarak barbie bebek tanımına uyuyorlardı.

 

Ama işte bilirsiniz...

 

Barbie'ler güzel ama...

 

Plastikler!

 

"Öğretmenlerle kavga ve patavatsızlık diz boyu!" Müdür bağırdıkça olduğum yerde titriyordum. "Her seferinde öğretmenlerin iyi niyet göstermiş ve sen bu iyi niyeti her seferinde suistimal ettin. Odama gönderilmiyorsun diye senden haberim yok mu sanıyorsun? Okulumuz saygın bir yer ve aileler buraya sizi derste mesajlaşın diye göndermiyor..."

 

Bla bla bla bla!

 

Klasik ve uzun nasihatları dinledikten sonra müdür çenesini dikleştirip tam gözlerimin içine baktı.

 

"Uzaklaştırma."

 

"Ama hocam!" Diye bağırsamda sesi öyle netti ki. Ah alt tarafı telefon! Bunu müdüre söyleyince "Evet öğretmenlerinle kavga olayların olmasaydı alt tarafı bir telefon olurdu." Dedi. Elini de 'çık dışarı' anlamında havada savurunca boğazıma dolan acı sözleri teker teker yutup odadan çıktım.

 

Tüm dersler işkence gibi geçmişti ve Burcu'ya kötü davranmıştım. O benim tek ve en iyi arkadaşımdı ama bazen gerçekten can sıkıcı olabiliyor. Şuanda onun internetten tanıştığı yakışıklı, abisi yaşındaki erkeklerle muhabbetini dinleyemeyeceğimi açık, biraz da kırıcı bir dille belirtince eşyalarını toparşayıp bir arka sıraya geçmişti. Sonunda dayanamayıp arkamı döndüğümde kırgın bakışlarıyla karşılaştım.

 

"Burcu!" Sert bir tısladıktan sonra durmadan benden kaçırdığı gözleri sonunda sabitlendi.

 

"Ne var?"

 

"Kusura bakma. Gel de sana son bir dedikodu vereyim." Dediğimde sırıttı ve hızla yanıma oturdu.

 

"Bazen tahmin edemeyeceğin kadar sinir bozucu oluyorsun Ekin." Dedi ve kaşlarını çattı.

 

Diyene bak! Sinir bozucu oluyor muşum... Ben mi sen mi?

 

Zaten ne kadar uzaklaştırıldığımı da bilmiyordum. Büyük ihtimal çoktan aileme haber uçmuştur. Özel okulda olmanın zararları adlı bir kitap çıkarsam en çok okunanlar kategorisine girerdim. Hatta en güzel, en içten ve en yaratıcı küfürlerin olduğu kategori! Eh tabii öyle bir kategori varsa...

 

"Dedim ya kusura bakma!" Diye çıkışınca kollarını bağlayıp arkasına yaslandı.

 

"Çok kabasın."

 

"Dedikoduyu duymak ister misin?" Her zaman olduğu gibi gözleri ışıl ışıl oldu.

 

"Deli misin? Durduğun kabahat!"

 

Telefona gelen o mesajdan da bahsedecektim ama önce üzücü haber.

 

"Okuldan uzaklaştırıldım."

 

Gözleri açıldıkça açıldı ve bağırmamak için ağzını kapadı.

 

"Müdürün sadece uyarı verdiğini sanıyordum!"

 

"Hayır. Uzaklaştırma."

 

"Kaç gün?" Ellerimi şakaklarıma bastırıp

 

"Orasını ailem biliyor." Dedim ve ekledim. "Benim biricik otoriter ailem."

 

Hala şaşkın şaşkın suratıma bakan Burcu'nun benden biraz daha koyu sarı saçlarına baktım. Hayret bugün maşa yapmamıştı. Belli ki bir sıkıntısı vardı. Hah! Karakter analizi dediğin böyle olur işte.

 

"Sen anlat bakalım." Dediğimde anlam veremediğim bir ifadeyle bana baktı.

 

"Yok bir şeyim..." Diyince ona ölümcül bakışlarımdan fırlattım. "Eh, Berke'yi tanıyorsun."

 

Hayır!

 

Hayır hayır hayır ve HAYIR!

 

O öküzden hoşlanıyor olamazdı değil mi? Olmamalıydı yani. Bir de bana tanıyorsun diyor! Tanıyorum tabii. Ben dersteyken attığı mesaj yüzünden okuldan uzaklaştırma aldığım çocuk.

 

Okulun barbie'leri tarafından "Mannnnyak yakışıklı yaaa." Denilen çocuk. Ve ben okulun asabi, kavgacı, soğuk ve mesafeli kızı, Berke'nin bir numaralı takıntısı olmuştum. Neymiş efendim o istemeyene kadar hiçbir kız ondan vazgeçemezmiş. Aptal.

 

"Sakın söyleme." Dediğimde gözlerini benden kaçırıp önüne döndü.

 

"Peki."

 

"Ondan hoşlanamazsın." Dediğimde savunma yapmak için harekete geçti. Ve böylelikle ikinci dedikodum sırlarımın olduğu rafta en arkalara tıkıldı. Bir daha çıkmamak üzere.

 

"Ekin?" Sınıfa giren Nalan hocayı fark ettiğimde telaşla ayağa kalktım.

 

"Müdürün odasında seni bekliyoruz." Dedi ve dışarı çıktı. İzin ister gibi Ahmet hocaya baktığımda başıyla hafifçe onayladı. Tam sıradan çıkacakken Burcu bileğimi tutunca dönüp ona baktım.

 

"Hırçınlık yok."

 

Müdür, Nalan hoca ve Berke karşımda durmuş bana bakıyordu.

 

Bu üçlü bende kusma isteği uyandırıyordu. Berke odunu karşımda acıyan gözlerle bana bakıyordu. Ona sorsanız bu bakışlara acıyan yerine endişeli derdi.

 

"Biliyorsun ki ağzımdan çıkan kararı asla değiştirmem. Fakat..." Ayağa kalktı ve Berke'nin omzuna elini koydu. "Berke'yi çok severim bana bu fikri verince düşündüm. Nalan hoca da onaylayınca..." Masasının çekmecesinden telefonumu çıkarıp Berke'ye verdi. "Senin gibi umursamaz bir kıza en ders verici cezanın bu olacağında karar kıldık."

 

Müdürün şımartıcı sözleri Berke'ye ulaştıkça gülümsemesi bir kat daha artıyor, samimiyeti beş kat daha azalıyordu.

 

"Cezam nedir?" Dedim bıkkın bir sesle.

 

"Biliyorsun ki okulumuzun tiyatro kulübü okullar arası yarışmaya katılıyor." Müdürün sesi şimdi gayet eğleniyormuş gibi çıkıyordu. Hem öyle sosyal bir insan değilim ki nereden bileyim? Hem okulda tiyatro kulübü mü varmış?

 

"Bilmiyorum da eğer bana rol verecekseniz şimdiden uzaklaştırmaya razıyım." Dediğimde Berke kendini tutamayıp güldü. 'Ne var be!' Diyen ölümcül bakışlarımı ona attığımda gülmesini durdurmak için dudaklarını birbirine bastırdı.

 

Müdür "Hayır Ekin. Sahne arkasında görevli olacaksın. Sahneye çıkacak arkadaşlarına yardımcı olacaksın." Dediğinde Berke öksürür gibi yapıp

 

"Hizmetçi" dedi.

 

Ah! Sinirleniyordum ve sinirlendiğim zamanlar gözüm kimseyi görmezdi. Kendime hakim olmaya çalışırken Burcu'nun sözleri aklıma geldi.

 

'Hırçınlık yok.'

 

Müdürle anlaştıktan sonra Berke ile odadan çıkıp çıkışa giden uzun labirent koridorlarda ilerlerken bir an önce zil çalsa da gitsek diye düşünüyordum. Asıl planım çıkışta ondan kaçmaktı ama şimdi adımlarımı hızlandırdığım anda hemen bana uyuyordu. Daha önceden üzerine yemek tepsimi bile geçirmişliğim vardı ama bir türlü pes etmek nedir bilmiyordu bu çocuk. İlk başta ona karşı bir şeyler hissetmiştim evet ama okula yeni geldiği zamandı bu. Sonra bir anda okulda ün yapmıştı ve anlayın işte bana kötü davranmıştı. Bir anda ondan uzaklaşınca intikam alır gibi okuldaki tüm kızları elden geçirmişti.

 

O zamanlar sadece sessizdim ama şimdi huysuz, soğuk ve sinirliydim. Bu çocuktan beri...

 

Bileğimi sıkıca kavrayıp beni kendine çevirdi. Bileğindeki elini elime kaydırınca hemen elimi ondan kurtardım.

 

"Sana bir şey söylemem gerekiyor Ekin." Dedi ve bana doğru bir adım attı.

 

İşte geliyor.

 

Hayatımdaki ilk aşk itirafımı bu gereksizden alacaktım ve aldığım takdirde bu olay Burcu'nun kulağına giderse 'bilmiyordum gerçekten' diye itiraz etme şansım kalmayacaktı.

 

"Bak en iyisi biz bahçeye çıkalım." Dedim ve montunu tuttuğum gibi onu dışarı sürükledim. Bahçenin ortasına gelince gözlerimle gizli bir yer aradım. Gözlerim spor salonun acil çıkış kapısının yanındaki boşluğu bulunca

 

"Hadi gel." Diyip montundan tuttuğum gibi onu araya sürükledim.

 

Onu bir şekilde oyalamalıydım. Zil çalmasına az kalmış olmalıydı çünkü okulun dışında servisler yerlerini almıştı. Saate bakmak için telefonumu cebimden çıkaracaktım ki sevgili müdürümüzün telefonumu en sevdiği öğrencisi Berke'ye verdiğini hatırladım. Berke tam konuşmak için bir nefes almıştı ki lafı ağzına tıkadım.

 

"Telefonumu ver."

 

"İstemek için başka yollar da var Ekin. Mesela kibar olmak."

 

"Bir gün kibar olacaksam emin ol bu kişi sen olmazsın."

 

Nefesini hızla dışarı verip elinin tersiyle hafifçe yüzüme dokunduktan sonra cebinden çıkarıp bana uzattı. Telefonu alırlen boşta kalan elimi avuçlarının içine aldı.

 

"Ekin ben-"

 

Zilin çalışıyla hızla geri çekildim. İşte benim kıl payı kurtulduğum bir an daha. Şuan mutluluktan uçuyordum ama bir yandan da Berke'nin hali beni üzüyordu. Keşke ona karşı yeniden bir şeyler hissedebilseydim diye düşünür düşünmez dilimi ısırıp bu düşünceden uzaklaştım. Burcu o gereksizden hoşlanıyordu. Ah bir duysa olanları 3 yıllık arkadaşlığımız bozulurdu.

 

"Şey. Benim gitmem gerek. Acelem var da." Dedim ve onu orada yalnız bırakıp servise doğru koşmaya başladım.

 

Yol boyunca sırasıyla;

 

Evdeki kapışmayı

 

Berke'yi

 

Burcu'yu

 

Düşünmüştüm ve servis kapımın önünde durup ben inene kadar da sahne arkası hizmetçiliğimi düşünmeye başlamıştım. Kapıyı açtım ve sessizce kapatıp parmaklarımın ucunda odama çıktım. Odaya girer girmez çantamı ayrı, üstümdekileri ayrı bir yere atıp banyoya koşup duşa girdim.

 

Duştan çıkınca giyinip saçlarımı hafif nemli kalana kadar kuruttum.

 

Ve büyük kapışma için hazırdım. Merdivenlerden inerken babamın ne diyeceğini düşündüm. Aslında "Telefonunu ver küçük hanım. Sen uslanana kadar bu telefon bende kalacak." diyeceğine adım gibi emindim.

 

Tam da tahmin ettiğim gibi telefonumu almışlardı ve bir de sanki sosyal hayatım varmış gibi yarınki cezam dışında başka bir yere çıkmak yasaklanmıştı. Yarın okul tatildi ve bilin bakalım kim sahne arkası görevlisi olmaya gidecekti?

 

Sesli bir şekilde inleyip kendimi yatağa attığımda ne kadar yorgun olduğumu fark edip, uykunun bedenime akmasına izin verdim.

 

* * *

 

"Ya kostümüm nerede kaldı!"

 

Ağzını gere gere konuşan barbie'lerin kraliçesi Melis'e kostümünü getirmek için kostüm odasına doğru koştum. Az kalmıştı. Patlamak üzereydim ve kendimi çok zor tutuyordum. Yani damarıma bir barbie daha basarsa plastik kollarından birini koparacaktım.

 

Düşünsenize plastik Melis'in kollarını koparıyorum

 

hahaha!

 

Bu düşünce az da olsa eğlenmeme neden olurken kostüm odasının önünde dikiliyordum. Cebimden anahtarı çıkarırken kapıya asılmış afişi okumaya başladım.

 

2013-2014 Eğitim öğretim yılı kolejler arası tiyatro kulüpleri yarışmasını kaçırmayın. Seçkin jüri üyeleriyle hem eğlenecek hem en yetenekli kulübü seçeceğiz.

 

Jüri üyelerimiz; Mehmet Yazıcı, Ahsen Sevimli ve ünlü genç oyuncu BARAN EMİROĞLU'na değerli zamanlarını ayırdıkları için teşekkür ederiz.

 

Yüksek sesle kahkaha attıktan sonra kapıyı açıp içeri girdim. Ünlü genç oyuncumuz diyip sadece onun adını büyük yazdıkları genç barbie'lerin sevgilisi, son zamanların en popüler oyuncusunu ne kadar gereksizce büyütmüşlerdi. Şımarık genç bir oyuncuyu nasıl gerçekten değerli 2 tiyatrocuyla kıyaslarlar anlamıyorum. Saçlarını sağa doğru parmaklarıyla yatırırken havalı göründüğünü sandığı için mi?

 

Kostümü kaptığım gibi dışarı çıkıp kapıyı kilitledim. Yeterince geç kalmıştım ve plastiğimizi sinirlendirmek istemiyordum çünkü beni kavgaya zorlardı. Arkamı döndüğüm anda müdürün koşarak yanıma geldiğini gördüm.

 

"Ekin!" Dedi ve nefes nefese bir elini omzuma koydu.

 

"Evet hocam?" Dediğimde yüzündeki yorgun ifadeyi görüp az da olsa ona acıdım. Hem acımak benim için yabancı bir kavramdı. Öyle acıma duygusu olan biri değildim. Ne yapalım soğuk bir mutant olmak bunu gerektirir.

 

"Baran bey cappuccino istedi ve şuan dışarı çıkma gibi bir ihtimalim yok. Hemen gidip al."

 

Beynim söylediklerini idrak etmeye çalışırken elime bir ellilik sıkıştırdı. Ne demekmiş o! Ben şımarık çocuk bakıcısı mıydım yani? Gelip bana bunu ne hakla söylerdi. Sinirden köpürürken bir anda çıkıştım.

 

"Bu benim görevim değil."

 

Müdür kaşlarını kaldırdı ve "Artık öyle koş!" Dedikten sonra elimdeki kostümü kapıp sahne arkasına koşturdu.

 

ASLA. ÖYLE. BİR ŞEY. OLMAYACAK.

 

Kulaklarımdan adeta ateş fışkırırken sinirle okulun içine doğru yürüdüm. Elimdeli elli lirayı müdürün yüzüne çarpmak için ayırıp cebime attım. İlk bizim okul çıkacaktı ve gösteri başlamıştı galiba. İçeriden gelen alkış sesleri bunu gösterirken tüm umursamazlığım bedenime doldu ve saklanmak için boş sınıfardan birine girdim. Sonra fark ettim ki...

 

Ah! Burası Berke'lerin sınıfıydı.

 

Boş sıralardan birine otururken başımı sıraya yasladım ve düşünmeye başladım.

 

Nasıl biri olmuştum böyle sorusunu kendime sorarken dünyanın en umursamaz insanı oluyordum. Umurumda değildi. Berke'den ve bu yapmacık okul yüzünden içime kapanıp kalkanlarımı önüme yerleştirmiştim. Bu durumdan rahatsız değildim. Sanki beynim neşeli yanımın bozulmaması için ona bir zırh geçirip önüne de kalkan koymuştu. Yalnız şu var ki kalkan neşeli yanımı içeriye hapsetmişti ve ben o kalkanı çıkarmayı bilmiyordum.

 

Yeter Ekin kendine gel. Uzaklaştırma almak mı istiyorsun? Git ve görevini yap. Diye kendimi uyardıktan sonra sınıftan çıkıp sahne arkasına doğru ilerledim. Sanırım Jüriler için mola verilmişti çünkü kostüm odasının önünden iki jüri üyesinin geçtiğini gördüm. Öğretmenler odasının önünden geçerken genç bir çocuğun durmadan müdürümüze bağırdığını gördüm.

 

Baran ESKİSOY müdürümüzü bir çocuk gibi azarlıyordu.

 

Kapıda durmuş onları izlerken Baran Emiroğlu'nun dudaklarının arasından bir kelime döküldü.

 

Cappuccino

 

Sinirlerim gitar teli gibi gerilirken içeri girdim ve cebimdeki müdürün yüzüne çarpmayı planladığım elli lirayı çıkarıp süper ünlü oyuncumuzun suratına fırlattım.

 

"Sen de kimsin be!" Diye kükrerken atağa geçmek için kendimi hazırladım.

 

"Senin hizmetçin olmadığım kesin!"

 

"Ah! Sen benim cappuccino'mu getirmeyen kızsın." Dedi ve gözlerini kıstı.

 

"Hayır, getirmek zorunda olmayan kızım." Dediğimde müdüre baktı. Müdür

 

"Ekin çık dışarı!" Diye kükreyince ölümcül derecede soğuk bakışımın beş kat daha güçlüsünü Baran şımarığına attım. Arkamı dönüp ayağımı vura vura odadan çıkıp tekrar eski sığınağıma döndüm.

 

Şımarık! Şımarıık!

 

Beynimse durmadan yankılanan sesi duymazdan gelmeye çalıştıkça daha da sinirleniyordum. Bu çocuk plastik bir Ken bebeği gibiydi! Daha da plastiği daha da... Gereksizi!

 

Ah! Sinirden deliriyordum ve 12/B sınıfınında dolanırken sıraları sağa sola ittiriyor, tekme atıyordum.

 

Gösterinin bittiğini alkışlardan anlamıştım ama sinirim hala ilk seferki kadar tazeydi. Sınıftan çıkıp eşyalarımı almak için o uğursuz sahne arkasına geri dönerken koridorda koşuşturan yaşlı hizmetlimiz Mustafa amcayı gördüm. Beni görünce gülümsedi.

 

"Gel kızım gel." Dedi aceleyle ve elime bir sürü anahtarın olduğu anahtarlığı sıkıştırdı.

 

"Ne oldu Mustafa amca bunlar ne?"

 

"Güzelim acil çıkmam lazım. beş dakika içinde alt katı paspaslayıp çıkacağım. Sen de bu katın tuvaletlerini kilitleyip bana getiriversene."

 

Bak ne güzel de rica ediyor Mustafa amcam. Aralarında belirgin bir farkla sosyal statü vardı ve hangisi daha insan açıkça belli oluyordu.

 

"Tabi Mustafa amca hemen kilitliyorum." Dedikten sonra hızla merdivenlerden inen yaşlı bedeni izledim. İşte samimiyet buydu. Ben bunları görmek isterken paranın etkisine girmiş ruhsuz insanlar görüyor, hatta onlarla aynı statüde yaşıyordum.

 

Tuvalet kapılarını hızla kilitledikten sonra merdivenlerden inip Mustafa amcaya anahtarları verdim. Ellerimi tutup hayır duaları ettiğinde uzun zamandır ilk defa bu kadar içten güldüğümü fark etmiştim. Sahne arkasının olduğu kata çıktım. Yavaşça ilerlerken biri koşarak önümden geçip erkekler tuvaletinin kapısına çarpınca kahkaha attım. Yüzünü bana dönünce gülümsemem anında silindi.

 

Baran Eskisoy az önce ellerimle kilitlediğim kapıyı açmaya çalışıyordu. Belli ki çok zor durumdaydı. Keyifle gözlerinin içine bakıp gülümsedim.

 

"Boşuna uğraşma. Kilitledim."

 

"Aç o zaman!" Diye böğürünce yürümeye başladım.

 

"Açamam."

 

Peşimden koşup bana yetişiken adeta sekiyordu.

 

"Neden!"

 

"Çünkü anahtarlar bende değil." Dedim onun yüksek çıkan sesine karşılık usulca.

 

"Ne demek yok!" Ben aniden durunca o da durdu ve yerinde sekmeye başladı.

 

"Sende anlama kıtlığı falan mı var?" Dedim sesimin son derece meraklı çıkmasına özen göstererek.

 

Gözlerimin önünde böyle kıvranmasını izlemek ne kadar da eğlenceliydi. Bana ve son derece sinir bozucu okul müdürümüze öyle davranmasının öcünü kendi kendinden çıkarışı ne komedi ama!

 

"Seni küçük... Ah peki tamam." Yerinde iki kez daha sekti. "Beni tuvalete götür." Dedi.

 

"Ben mi? Delirdin mi sen? Annen falan mıyım? Oldu olucak bir de elinden tutayım, seni öyle götüreyim." Dediğim anda yüzü düştü. Olduğu yerde durdu ve iki omzumdan beni tutarak sarstı.

 

"Annem hakkında bir şey söyleyemezsin velet. Senin haddine değil."

 

Beni öyle güçlü sarsmıştı ki ellerinden omzuma doğru yayılan şok, olduğum yerde donmama neden oldu.

 

"Ben..." Diyebildim sadece. Sanırım annesiyle ilgili kötü bir anısı vardı ve bir insan ne kadar kötü olursa olsun, hatta ne kadar şımarık, annesiyle ilgili çirkin sözler duymayı haketmiyordu. Ama ben kötü bir şey söylememiştim ki? Hem annesi onun hassas noktasıysa ben nerden bilebilirdim?

 

"Senden yardım isteyende kabahat." Dedi ve hızla yürümeye başladı. Bu şımarık altına falan işerse me gülerdim ama. Aklıma gelen fikirle yanına koştum ve onu durdurdum.

 

"Git okulun bahçesine yap." Dedim. Dalga geçer gibi gülümseyip

 

"Tüm okulu paparaziler sarmışken niye böyle bir aptallık yapayım ki?" Dedi.

 

Haklıydı. Aman ne uğraşıyorsam. Yapsın altına da alsın dersini. Hiç bir şey söylemeden sahne arkasına doğru yürümeye başladım. Kapıyı açıp içeri girerken arkamdan geldiğini anlayıp ona doğru döndüm.

 

"Bunun suçlusu sensin bana yardım edeceksin." Dediğinde az önce bana attığı dalga geçer gibi olan bakıştan ona attım.

 

"Etmeyeceğim. Git müdüre söyle."

 

"Olmaz!" Diye bağırınca dışarıdan gelen ayak sesleri ve konuşmaları duydum.

 

'Gelin burada!' 

 

'Sesini duydum evet!' 

 

'Kameraları hazırlayın!'

 

"Geldiler işte kahretsin!"

 

Ben "Kimler?" Derken o masanın altına girmeye çalışıyordu.

 

"Paparaziler!" Masanın altından çıktı ve kapıya yaslandı. "Sakla beni."

 

"Zorunda değilim." Dediğim sırada beni kollarımdan tutup dışarı çıkardı. Koridorda biraz ittirip kostüm odasına sırtımı yaslayıp ellerini belime yapıştırdı.

 

"Bırak beni" Diye fısıldarken yüzündeki acımasız ve umursamaz bakışı tanıdım.

 

Bana bu ladar çok benzeyen çocuğun bakışları aynada gördüğüm yansımamla aynıydı.

 

O an kendini kurtarmak için her şeyi yapardı ve bakışları beni gerçekten korkutmuştu. Böyle bakıyor olamazdım...

 

"Eğer beni saklamazsan paparazilere dudak dudağa yakalanacağız." Dedi be yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdı. Yakıcı kelimelerini algılamakta zorlanırken tüm bedenimin gerildiğini hissediyordum.

 

"Ne?" Diye fısıldadım o bedenini benim bedenime iyice yapıştırırken. Dudaklarını araladı ve zehirli kelimelerini nefesine katarak yüzüme çarpmaya devam etti.

 

"Hızlı ol ve seçimini yap güzelim."

 

End Notes:

Birikmiş 22 bölümüm daha var. Sevilirse günde iki bölüm bile paylaşabilirim. Sevdiğinizi bilmeye ihtiyacım var. Yorumlarını eksik etmeyin. Sizi seviyorum :)