Chapter Text
GİZEMLİ KİŞİ
Yine aynı kabusu görüyordu. Bir beşikteydi ve yanında bir bebek daha vardı. Ama yanındaki bebek biraz tuhaftı. Sanki buz saçıyor gibiydi. Etrafı parlak bir ışık kaplıyordu. Bu ışık gözlerini alıyordu. Canı yanmıştı. İşte tam bu noktada uyanması gerekiyordu. Hep bu anda sıçrayarak uyanırdı. Fakat ruhu rüya aleminde gezmeye devam etti. Bir kız vardı. O kızı izliyordu. Kızla aynı yaşta gözüküyorlardı. Hatta neredeyse tıpatıp aynılardı. Kız gülümsüyordu. Üstünde buz mavisi bir elbise vardı. Kıza yaklaştı. O anda kendini kızla birlikte bir yazının önünde buldu. Şöyle yazıyordu: Melez Kampı. Etrafına dikkatlice baktı. Çimlerin üstü karla kaplıydı. Kız yürümeye devam etti ve karda aynı çizgi doğrultusunda onu izledi. Soru sormak istedi. Fakat etraf bulanıklaşmaya başlamıştı. Uyanıyordu.
''Hah, tam zamanında!'' dedi içinden. Rüya iyice gizemle dolmuş olduğu anda uyanıyordu. Aniden ruhu bedenine geri döndü ve yatağında sıçrayarak uyandı. Hemen kalkıp üstünü değiştirdi. Aynadaki aksine baktı. Okul formasını giymekten nefret ediyordu. Dolabın dibindeki çantasını kaptı. Merdivenlerden aşağı doğruca kahvaltıya indi.
''Günaydın baba.'' dedi masada elinde bir gazeteyle kahvaltı yapmaya çalışan adama.
''Günaydın.'' diye karşılık verdi adam kafasını gazeteden kaldırmadan.
''Günaydın anne.'' diye bu sefer annesine seslendi genç kız.
Tavadaki omletleri çevirmeye uğraşan kadın karşılık verdi.
''Günaydın tatlım.''
''Hep böyle oluyor.'' diye düşündü genç kız. ''Hep işleri başlarından aşkın.''
Konuşabilmek için rüyasını anlatmaya karar verdi.
''Yine aynı rüyayı gördüm.''
''Ne rüyası?''
''Hani her gece kendimi beşikte gördüğüm rüya.''
''Ha... O rüya.''
Annesinin sesi endişeli çıkıyordu.
''Evet ama bugünkü biraz daha farklıydı.''
''Bunu daha sonra konuşsak olur mu canım?'' dedi babası. İşe gitmek için ayağa kalkmıştı bile.
''Tamam.'' dedi oflayarak.
Ne diyeceğini hiç dinlemiyorlardı.
''Ben de çıkıyorum o zaman. Servisi kaçıracağım.''
''Ama daha on dakika var.''
''Olsun. Erken çıkan yol alır.''
''Ne zamandan beri bu sözü umursuyorsun?''
''Bir dakika önceden beri anne.''
Ve çantasını omzuna asıp servisi beklemek için evden çıktı. Hava soğuktu. Belki bir yağmur yağsa biraz yumuşayacaktı. Sonra rüyasını düşündü. Karın takip ettiği kızı. Acaba o kız kimdi? Neden ona o kadar çok benziyordu?
Acaba yine izlediği bir film bilinç altına mı girmişti? Karla ilgili film izlemiş miydi ki son zamanlarda? Hiç sanmıyordu.
Servis geldiğinde aklına dank eden ilk şey yapmayı unuttuğu raporu oldu. Rapor antik Yunan mitolojisiyle ilgiliydi.
''Tabi ya!'' dedi sevinçle. ''Rapor için araştırma yaparken kar ve buz tanrıçasına rastlamıştım. Oradan girdi aklıma.''
Hemen çantasından kağıt kalem çıkardı ve yazmaya başladı. Herhalde tek bir tanrıça hakkında yazması sorun olmazdı. Konuyu hatırlayamıyordu. En azından bir şeyler karalamış olurdu.
Yol boyunca raporuyla uğraştı. Dersleri fazla umursamıyordu. Zaten disleksisi sağ olsun okumakta dahi güçlük çekiyordu. Ama ara sıra birkaç ödev yapardı tabi. O kadar da sorumsuz değildi.
Servisten indi ve okulun devasa binasına doğru yürümeye başladı. Okul baya heybetli bir binaya sahipti. Birkaç yüz kilometre uzaktan bile görülebiliyordu.
Sessizce kalabalığa karıştı ve sınıfa doğru ilerledi. Bir yandan da arkadaşlarını arıyordu. Bula bula Lexi' yi bulmuştu karşılaşacak.
Lexi, okulun havalılar grubunun başkanıydı. Bütün dağları kendisinin yarattığını sanıyordu. Kendinden başka herkesi küçük görürdü. Bunun için o da kendi grubunu kurmuştu. Onun grubuyla Lexi' nin grubu kanlı bıçaklıydı. Her gün ayrı bir vukuat çıkarıyordu. Onun sarı düz saçlarını ve yılan gözlerini gördüğünde her defasında küçük çaplı bir sinir krizi geçiriyordu.
''Vay vay kimi görüyorum?''
''Ne istiyorsun Lexi?''
''Hiç. Sadece arkadaşımla sohbet etmek istiyorum.''
''Git başımdan Lexi.''
''Aaa. Kırıyorsun beni ama.''
''Biraz daha konuşursan kırılan tek şey kalbin olmayacak.''
''Aşk olsun ama kırıyorsun beni.''
Yolun ortasında durdu. Lexi' ye döndü. Sinirlendiğinde hep olduğu şekilde bedeni kıvılcımlar saçıyordu. Bunu nasıl yaptığını bilmiyordu ama bunu yaptığında Lexi' nin canı çok yanıyordu.
''Bana bak sinirimi bozma benim. Tanrı aşkına bir kere haddini bil be!''
Lexi' nin bakışları bir anda değişti.
''Hah! Yılan gerçek yüzünü gösteriyor.'' dedi kendi kendine.
''Demek haddimi bilecekmişim ha! Asıl sen kendi işine bak.''
Başını iki yana salladı. Bu kız gerçekten arsızdı.
''Onu rahat bırak.'' dedi koridorun sonundan bir ses.
Olaya karışan Amber' dı. Onun en iyi arkadaşlarından. Amber siyah düz saçlı, mavi gözlü çok güzel bir kızdı. Ama Lexi kadar havalı değildi. Lisenin ilk senesinden beri arkadaşlardı.
''Sen karışma küçük kurbağa!''
''Arkadaşıma karşı terbiyeli ol sümüklü böcek.'' Ardından Lexi kafasına bir top yedi.
Bu da Amelia' ydı. Grupta herkes ona Amy diyordu. Çünkü isminin kısaltmasını daha çok seviyordu. Amy, kız futbol takımının kaptanıydı. Kısa, kahverengi kıvırcık saçları vardı. Saçlarını uzatmayı hiç sevmezdi. Ona bu soru her sorulduğunda-saçlarını neden uzatmadığı-onlarla kimin uğraşacağını sorardı. Baya uzun boylu ve kalıplı bir kızdı. Grubun güvenlik işlerini o hallediyordu.
Lexi gözlerinden ateşler saçarak Amy' ye döndü.
''Sizinle sonra görüşeceğiz.''
Hızla arkasını döndü ve kafası dimdik podyumdaymış gibi kırıtarak sınıfına yürümeye başladı. Lexi uzaklaştığında eteğinin ne kadar kısa olduğunu fark etti. Eteği hiç giymeseydi de fark etmeyecekti.
Üç kız dolaplarına yöneldiler. Dolapları yan yanaydı.
''Ödevi yaptınız mı?'' diye sordu Amber.
''Ne ödevi?'' diye soruya soruyla karşılık verdi Amy.
''Ben bir şeyler karaladım ama...''
''Ödevi kimin verdiğini hatırlıyorsunuz değil mi? Bayan Maida. Evde kaldığına şaşmıyorum doğrusu. O suratla onu kim alır? Pörsümüş suratlı!''
''Bütün salakça ödevleri o veriyor. Not kırmada da üstüne yok.''
''Neyse. Çabuk gitmezsek derse geç kalacağız. Adam gibi ödev yapamadık bari geç kalmayalım.''
Alelacele sınıfa girdiler.
''Neden bu kadar erken bir saatte başlıyor okul ki? Uyku bile uyutmuyorlar. Ne gece ödev yüzünden yatabiliyorsun ne de sabah okul yüzünden uykunu alabiliyorsun!'' diye mızıldandı Amy.
Gerçekten herkesin gözünden uyku akıyordu. Bütün sınıf esneme hastalığına yakalanmıştı. Zaten esneme bulaşıcıydı.
Bayan Maida sınıfa girdiğinde bütün esnemeler kesildi. Kadın daha yoklamayı almadan sınıfa tam manasıyla kükredi:
''ÖDEVLER!''
Herkes çantalarından kırışık kağıt parçaları çıkarıp öğretmen masasına koymaya başladı. Birkaç dakika sonra öğretmen masasının üstü kağıttan bir tepeyle örtülüydü. Herkesin ödev yapmadığını çok iyi biliyordu. Bazıları öğretmenle dalga geçmek için canavar resimleri çizip altına Bayan Maida yazıyor ve ödev yerine onları koyuyorlardı. Bunu çok iyi biliyordu çünkü birkaç defa o da yapmıştı.
Bayan Maida çok disiplinli bir öğretmendi. Kendisiyle dalga geçilmesine asla müsaade etmez ve en zor sınavları hep o hazırlardı. Bir de müfredat dışında ödev vermeyi adet edinmişti.
Saatler yavaş geçiyordu. Son derse geldiğinde sevinçten havaya uçacaktı neredeyse. Zil çaldığında çantayı omzuna takıp kendini son hız servise attı. Yol boyunca ailesine rüyayı nasıl anlatacağını düşündü. Sonunda olduğu gibi anlatma konusunda karar kıldı. Zili çaldı ve kapıyı çalan annesine sıkı sıkı sarıldı.
''Babam geldi mi?''
''Evet. Bugün biraz erken geldi.''
''Tamam. Hiçbir yere gitmeyin. Size rüyamı anlatacağım!''
''Ne rüyaymış ama.''
''Aynen öyle anne.''
Merdivenleri ikişer ikişer çıktı, odasına girdi. Üstüne rahat kıyafetler geçirip aynanın karşısına geçti. Atkuyruğu yaptığı sarı saçlarını topuz yaptı. Bu model ona daha çok yakışıyordu. Aynanın karşısından ayrılmadan önce kendine bir kez daha baktı. Üstüne uzun kollu pembe bir kazak giymişti. Haftaya Noel vardı. Birkaç günlük tatili iple çekiyordu. Alttan da ona çok uyan pembe çizgili eşofmanını giymişti. Artık aşağıya inebilirdi.
''Evet.'' dedi sevinçle ellerini birbirine vurarak.'' Herkes rüyamı dinlemeye hazır mı?''
''Tamam. Anlat hadi.''
''Hani benim beşikli bir rüyam var ya...''
''Yine onu mu gördün?''
''Evet. Ama bu sefer farklıydı. Daha uzun sürdü. Bir kız vardı. Aynı bana benziyordu. Tıpatıp aynımdı. Kütüphanede araştırdım. Karı yönetiyordu. Her attığı adımda kar ve buz onu takip ediyordu. Bir yerin girişindeydi. Orada aniden belirdi. Işınlanmış gibiydi. Girişte büyük harflerle şöyle yazıyordu: MELEZ KAMPI. Eee, sizce bu ne demek oluyor?''
Anne ve babası korkuyla bakıştılar.
''Şöyle ki...'' dedi babası.''... Artık gerçekleri öğrenme vaktin geldi.''
''Ne gerçeği baba? Çok gizemli konuşuyorsunuz. Beni korkutuyorsunuz.''
''Tatlım sen aslında bizim öz kızımız değilsin.''
''NE! Dur bir dakika. Biraz yavaş olun. Ben ne değilim?''
''Bizim öz kızımız değilsin. Seni evlatlık aldık. Bir kardeşin vardı. Annen onun senin için tehlikeli olduğunu düşünüyordu. Bunun için seni ondan uzaklaştırdı.''
''Ne demek istiyorsunuz? Burada neler oluyor?!''
''Bak canım. Seni evlatlık almamız seni sevmediğimiz manasına gelmez.''
''Evet. Bana yalan söylediğiniz manasına gelir. Anne bana 17 yıl yalan söylediniz!''
''Özür dileriz ama artık bazı şeyleri açıklama zamanı. Melez Kampı denilen yere gitmelisin.''
''Ne melezi? Ne kampı? Nereye gidiyorum?!''
''Soru sorma. Artık büyüdün. Çok dikkat çekiyorsun. Melez Kampı' na git ve kardeşini bul.''
''Nasıl? Onu nasıl bulabilirim ki?!''
''Az önce söyledin ya. Tıpatıp sana benziyor.''
''Beni kovuyor musunuz yani?''
''Hayır.'' dedi annesi. ''Git, kardeşini al, kampta bir şeyler öğren ve geri gel. Tamam mı?''
''Tamam. Ne zaman gideyim?''
Annesi askılıktaki daha önce hiç dikkatini çekmemiş olan eski bir pelerini ona uzattı.
''Bu onundu. Yani annenin. Seni bırakmamızı ister misin? Bir yere kadar götürebiliriz seni.''
''Hayır.'' dedi buz gibi bir sesle. Biraz yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. ''Bana bir harita verin yeter.''
Her şeyi bir saat içinde ayarladı. Kapıyı açtı ve annesiyle babasına veda etti. Evden henüz birkaç metre uzaklaşmıştı ki arkadan annesinin seslenişini duydu.
''Çabuk gel tamam mı? Seni çok özleyeceğiz Alicia!''