Actions

Work Header

Rating:
Archive Warning:
Category:
Fandom:
Additional Tags:
Language:
Türkçe
Collections:
Turkfanfiction
Stats:
Published:
2016-12-25
Completed:
2016-12-25
Words:
11,977
Chapters:
4/4
Kudos:
1
Hits:
77

Merman and Pirate

Summary:

Issız bir adaya düşen ünlü korsan Arthur Kirkland, bir deniz oğlanı olan Francis ile karşılaşır...
_______
Hetalia fan hikayesidir.
Ukfr/Fruk içerir.

Notes:

Arşivist görevindeki Glenien'den not: Bu hikaye daha önce, artık kapanmış olan Turkfanfiction.net'te yayınlanmıştır. Sitede kalan hikaye arşivini korumak için, Türkfanfiction.net olarak Kasım 2016'dan itibaren, AO3'ün Open Doors (Açık Kapılar) projesi kapsamında, sitede bulunan tüm hikaye arşivini AO3 koleksiyonuna taşımaya başladık. Bu haberin duyurusu çeşitli kanallarda yapıldı, ancak size ulaşmamış olabilir. Bu yazarı tanıyorsanız veya bu yazar sizseniz, hikayeyi üzerinize geçirmek için lütfen profil sayfamdaki e-mail adresini kullanarak bana ulaşın.

Chapter 1

Summary:

Issız bir adaya düşen ünlü korsan Arthur Kirkland, bir deniz oğlanı olan Francis ile karşılaşır...
_______
Hetalia fan hikayesidir.
Ukfr/Fruk içerir.

Chapter Text

Bir martı tiz sesiyle öttü...
Arthur gözlerini açmaya çalışırken iniltiye benzer bir ses çıkardı. Ama ses uzun süre devam edemedi, çünkü kısa süre sonra ciğerlerine kaçan ve boğazını yakan tuzlu deniz suyunu öksürmekle meşguldu. Ugh... Gece ne kadar içmişti o? Gözlerini sonunda zar zor açtığında gördüğü şey kumdu. Kum ve deniz. Kaşlarını çatıp, ağrıyan kemiklerine rağmen doğruldu. Neredeydi o? Etrafında biri var mıydı?
Denizin içindeki adam, kıyıdaki denizciyi gördüğünde ilk önce onun, tuhaf bir ucube olduğunu sanmıştı. Ses çıkarmadan ve farkedilmemeye çalışarak kıyıya doğru yüzüp yatan 'şeyi' incelemeye başladı, Görünüşe göre ayılmıştı... Ama neden buradaydı? Merakına engel olamayarak aniden kuyruğunun yardımıyla canlıya su sıçrattı. Ve tekrar suyun dibine indi.
Üzeri sırılsıklam olan Arthur hızla suyun sıçradığı yöne döndü, ve gözlerini kısarak etrafa bakındı. Kimsecikler yoktu. Elini ağrıyan başına götürdü. Çok lanet olasıca harika. Bir adaya çıkmıştı ve eğer baş ağrısına rağmen hatırladığı anılar doğruyduysa gemisi batmıştı. Mürettabına neler olduğunu merak ediyordu. Acaba kurtulmuşlar mıydı? Çok duygusuz bir kaptan gibi davrandıysa da, aslında adamlarını önemserdi. İç çekti ve bakışlarını hala suyun hafifçe dalgalar oluşturduğu yöne baktı.
Deniz adamı afallayışı karşısında gülümsedi. Görünüşe göre bir insandı, o varlıklardan en son ne zaman görmüştü? Belki yüz yıl önce... Ve görünüşe göre hala kuyruksuzdular. Insan sonunda kafasını denizden çevirdiğinde oyununa devam etmeye karar verdi. Sinsice ona yaklaşıp tüm hızıyla su sıçrattı. Ve tekrar dibe daldı.
Arthur sefer zaten daha yeni kurumaya başlayan üstü tekrar ıslanınca hırıltıya benzer bir ses çıktı boğazından, ve ayağa kalktı. "Kim var orada?" sesi harap görünüşüne rağmen hala kaptan olduğu zamandaki otoritesini ve sertliğini taşıyordu.
Onunla oynamayı yeterli gören deniz canlısı kendini göstermeye karar vermişti. Yavaş yavaş sudan çıkarken insanın yüzündeki şaşkınlığı -ve biraz hayranlık/korku karışımı bir ifade- zevkle izledi.
'Merhaba, insan...' dedi gülümseyerek.
Onu gören adamın tepkisi bir insanın vereceği gibi verdiği şaşkınlık ve korku olmuştu, sonradan ne olduğunu anladıktan sonra hissettiği hayranlık yüzüne vurmuştu. Diğerinin konuştuğunu duyduktan sonra ise, her zamanki duygusuz gözüken maskesinin taktı. "Merhaba, deniz canlısı." Kim olduğunu anladıktan sonra geri oturmuştu. Ondan korkmuyordu.
Deniz oğlanı, insanın kendisiyle gayet saygıyla konuştuğunu farkedince güldü. 'Siz insanlar hatırladığımdan daha naziksiniz.' Onun tamamen Silahsız olduğuna kanaat getirince iyice ona yaklaştı. Önsezileri doğruysa bu insan kendisine zarar vermeyecekti- Ama en son böyle düşündüğünde az kalsın kuyruğu kopuyordu. Yine de cesaretle insana yaklaştı. 'Neden buradasın? Ve kimsin?'
Nazik olduğunu söyleyince Arthur şaşkınlıkla bir kaşını kaldırdı. Aslında nazik olduğu falan yoktu. Ne adını biliyordu ne de saçma deniz erkeği diye bir varlık türetip kendine güldüresi vardı onu. Yaklaştığında kendini gerekirse korumak için silahı var mı diye bakınırken kazada hem silahını hem de kılıcını kaybettiğini fark edince iç çekti. Diğerinin çekingen olmasını zarar vermeyeceği olarak düşünebilirdi belki. "Ben Kaptan Kirkland'ım. Yedi denizin en büyük korsanı." Kendini övmeyi de pek severdi hani. "Peki ya sen, deniz canlısı? Sen neyin nesisin?"
Deniz oğlanı kısa bir an onun bu övüngen haline baktı, ardından kahkaha atmaya başladı. 'Sen yedi denizin en büyük korsanı mısın?' Güzel dişlerini göstererek sırıttı. 'Benim kim olduğumu merak etmene sevindim, ben Prens Francis, en büyük oğul. Gelecekteki denizler altının hükümdarının veliahtı...' Onun suratına güldü.
Arthur kahkayı duyunca ona sinirle kötü bir bakış attı. "Evet, öyleyim." Gemisinin daha yeni batmış olması öyle olmadığını göstermezdi. Yok canım. 32 iki -veya daha fazla yada daha az? bilmiyordu- dişini gösterecek şekilde sırıtarak kendini tanıtan Francis'e baktı ve burnundan dalga geçer bir ses çıkardı. "Eminim öylesindir."
Francis gülmeyi kesip onun suratını incelemeye başladı. Onun tepki vermesine fırsat vermeden onun yüzünü tutup gözlerine baktı. Bir elması inceleyen kuyumcu edasıyla 'Hm...' diye mırıldandı. 'Bir deniz oğlanı olacak kadar hoş duruyorsun. Sürüngen olman ne yazık!'
Korsan kendisini diğeri ile göz göze bulduğunda, en başta içgüdüsel olarak geriye çekilme isteği duyduysa da, çekilmedi. Diğerine karşı kaybedeceğini hissediyordu eğer çekilirse. Zümrüt gözleriyle diğerinin derin deniz mavisi gözlerine baktı ve inceleyen bakışı biraz da olsa kızarmasına neden oldu. Sinirden kızarıyordu. Tabi ya, başka sebebi olamazdı. Yorumundan sonra bir kaşını kaldırdı. "Eğer 'kralım' sen olacak olsaydın, olmamış olmam daha iyi."
Deniz oğlanı onun yüzünü bıraktı. 'Sanırım yanılmışım, sen nazik falan değilsin...' Korsan, karşısındaki bu tuhaf canlıya istemese de birazcık hoş buluyordu. Güzel mavi gözleri ve hafif dalgalı saçlarının üzerindeki deniz suyu kuruyunca geriye tuz kalıyordu ve tuzlar tıpkı kristalmişçesine saçlarında parlıyordu.
Francis ise geçmişe dalmış gibiydi. Hüzünlü bir sesle 'Neden bilmiyorum, ama siz insanlar her zaman kabaydınız...' diye fısıldayıp yanında duran denizciye baktı. 'Ama sana üzülmüyorum, belki de bu kadar kaba olduğun için yalnızlığa mahkum olmuşsundur.'
Arthur Francis'in birden kişilik değişimi karşında bir an afalladı, ama kendini topladı. Aslında biraz da olsa iyi bir şeyler söyleyip de insanları açıklayacakken son söylediğini duyduğunda kaşlarını çattı ve gözleri alevlenmişti. Bu da onun zayıf noktasıydı, yalnızlığından bahsedilmesi. "Üzülmeni veya acımanı da beklemiyorum zaten. Ve ben yalnızlığımla baş başa mutluyum." Aslında değildi.
Deniz oğlanı onun içini görebiliyormuş gibi hissettiren bir bakış attı. 'Kaptan Kirkland, Görünüşe göre deniz kız ve oğlanlarının sizden çok daha üstün bir altıncı duyusu olduğunu bilmiyorsunuz. Ve benim altıncı hissim diyor ki...' Ona doğru eğildi. 'Siz, yalnız olmayı sevmiyorsunuz. Ama kötü haber ne, biliyor musun? Bu adaya insanlar çok nadir uğrar. Kısacası... Ben gidince tamamen yalnız olacaksın!'
Korsan gözlerini kaçırdı bunu duyunca ama hala inatla güçlú gözükmeye çalıştı. Aslında bu düşünce onu korkutmuştu. "Sevip sevmemem katlanıp katlanamayacağımí göstermez, Prens Francis."
Francis Arthur'un yüzüne iyice yaklaştı. 'Yazık. Arkadaş olmamızı isterdim.' Dudaklarının kenarı alayla büküldü. Onun afalladığını hissedebiliyordu. Merhamet gösterip 'Yalnızlığı istemezsen...' diye mırıldandı. 'Beni çağırabilirsin...'
Arthur duyduğunda biraz da olsa afalladığını itiraf etmesi gerekirdi. Edeceğinden değildi de. Dudaklarının alayla büküldüğünü gördüğündeyse artık neredeyse dalga geçtiğine emindi. De, en son mırıldanırken gözlerinde biraz acıma mı görmüştü o? Evet, görmüştü. Ne büyük bir dalga geçmeydi bu onun için. "Aklımda gerekirse diye tutacağım." dı cevabı.
Francis gidip gitmemek konusunda kararsız kalmıştı. Bu insandan pek hoşlanmamıştı, sinir bozucu, kaba, ve sevimsizdi. Yine de...
Mavi gözleri önemli konuları düşündüğü zamanki gibi iyice koyulaşmıştı. Elini çenesine görütüp kendi kendine birkaç şey homurdandktan sonra 'Peki...' dedi. 'Beni görmek istersen tek yapman gereken beni çağırman.' Onun yüzünü okşadıktan sonra aceleyle suya daldı.
Diğeri yüzünü okşarken bir anlığına donduysa da, diğeri daldıktan ve uzaklaştıktan belli bir süre sonra kendini topladı. Bu küçük 'prens' e gıcık olduğu doğruydu. Daha hiç bilmediği bir canlıya fazla yakın davranmaya çalışıyor ve kendisinden de aynı tepkiyi bekliyordu. Bu doğanın kanunlarına ve mantığa aykırıydı ki! Bir süre sonra iç çekti, ve beyni artık adada ne yapacağını düşünmeye başladı sonunda. Hayatta kalmayı biliyordu adada, bu yüzden zor olmayacaktı. İlk iş kendine kalacak bir yer bulmak ve biraz yiyecek toplamaktı. Ve temiz su kaynağı bulmak...
Onun gittiğini sanıyordu.
Ama francis, hala onu izliyordu. Kendisinin gittiğini düşünmesine yetecek bir süre boyunca su altında kaldı. Gitmek istemiyordu. Bu salak insan, buralarda ölüp gidecekti. Nedensiz bir sahiplenme dürtüsüyle ihtiyacı olduğu an ona yardım etmek için onu izlemeye başladı...
Arthur ilk olarak Ada'yı tanımak için dolaşmaya başlayınca onu takip zorlaştı. Hele ki o, ağaçların içine girip gözden kaybolunca ne yapacağını bilemedi. Merakla su yüzüne çıkıp onu görmeye çalıştıysa da göremeyince iç çekip deniz altındaki küçük Saray'ına geri yüzdü.