Actions

Work Header

Rating:
Archive Warning:
Category:
Fandom:
Characters:
Additional Tags:
Language:
Türkçe
Collections:
Turkfanfiction
Stats:
Published:
2017-01-10
Words:
1,596
Chapters:
1/1
Kudos:
1
Hits:
82

Noel

Summary:

Malfoy Malikanesi her Noel Balosu'nda olduğu gibi o yılbaşı da gizli kalması gereken anılara şahit olmuştu. (Lumione)

Notes:

Arşivist görevindeki Glenien'den not: Bu hikaye daha önce, artık kapanmış olan Turkfanfiction.net'te yayınlanmıştır. Sitede kalan hikaye arşivini korumak için, Türkfanfiction.net olarak Kasım 2016'dan itibaren, AO3'ün Open Doors (Açık Kapılar) projesi kapsamında, sitede bulunan tüm hikaye arşivini AO3 koleksiyonuna taşımaya başladık. Bu haberin duyurusu çeşitli kanallarda yapıldı, ancak size ulaşmamış olabilir. Bu yazarı tanıyorsanız veya bu yazar sizseniz, hikayeyi üzerinize geçirmek için lütfen profil sayfamdaki e-mail adresini kullanarak bana ulaşın.

Work Text:

 

 

 

Story Notes:

Herkesin beklediği hikaye işte geldi :) Beklediğimden de uzundu ve toparlamak zor oldu açıkçası. Pek bir konusu yok. Ama uutmayın ki bir one-shottan pek bir şey beklememek gerek :D  

NOT: Kısa diyeni döverim :D


 

 

“Lucius? ”  

            Genç adam melodik sesle kafasını dayadığı pervazdan kaldırarak dikleşti. Üzerindeki elf dikimi ipek cübbesi, gümüşümsü saçların toplandığı ipek saç bandı ve elinde hep oraya aitmiş gibi olan viski bardağıyla nefes alan bir Tanrı heykelini andırıyordu. Yüz hatları ailesinden miras aldığı gibi kusursuz ve sertti. Yüzüne, soğuk gözlerine ulaşamayan kibar bir gülümseme kondurarak kütüphanenin karşısında kendine bakan güzelliğe döndü.

 

            “Başlıyor mu Pansy? ” dedi gözlerini zümrüt yeşili elbiseyle sımsıkı sarılmış vücutta dolaştırarak. Her zamanki gibi nefes kesiciydi. Gece kadar simsiyah saçları dalgalar halinde yüzüne dökülüyor, beyaz teniyle hoş bir tezat oluşturuyordu.  

 

 “Herkes seni merak etmeye başladı bile. Böyle muhteşem bir parti sahibi olmadan anlamsız kalıyor. ” dedi Pansy gülümseyerek. Narcissa öldüğünden beri her partide Lucius’a eşlik etmişti ve bu duyguya alışmaya başladığını hissediyordu.          

 

         Sarışın adam tek yudum bile almadığı bardağı öylesine bir masaya bırakıp kendisine doğru ilerledi. Aptal değildi Pansy, Draco Malfoy’un ihanetiyle beraber nişanlısını da kaybetmişti ama görünüşe göre Lord’ları Parkinson’ları ve Malfoy’ları birleştirme fikrinden vazgeçmiş görünmüyordu.

 

“O zaman onları bekletmek olmaz. ” dedi Lucius tek kaşını tüm kadınların hayran olabileceği bir havayla kaldırarak. Uzandı, karşısındaki kadının ince parmaklı küçük elini öptü. Dikkatle kendi koluna yerleştirdi. 

 

 “Her zamanki gibi muhteşemsin. ”  

 

**************

 

  Parti son hız sürüyordu. İçkiler su gibi tüketiliyor, bunun sorun yaşatmaması içinde gittikçe alkol oranı düşürülmeye başlanıyordu. Yüzyıllar boyunca Malfoy’lara ev sahipliği yapmış büyük malikane genç kadınların pahalı ve şık kahkahalarıyla çınlıyor, Lord’un şerefine kaldırılan kristal kadehler tokuşturuyordu. 

 

   Lucius tüm bu gereksiz şatafatın içinde boğulurcasına kendini bahçeye attı. Birkaç ter damlası mükemmelliğiyle dalga geçer gibi alnında birikmeye başlamıştı. Sahte dostluklar, elinde olsa bir kaşık suda boğmak isteyenlerin samimiyetsiz iltifatları… Aklından bir an her şeyi bırakıp kaçmak geldi. Savaşı, lüksü… Artık rol yapması gerekmeyecek bir yer var mıydı bu dünya da? Sol kolu bağlılığını onu hatırlatırcasına sızlayınca yüzünü buruşturdu. Nereye gitse kendi hapishanesini de beraberinde taşıyordu zaten.  

 

 Çevresinde sihirle düzeltilmiş kar kütlelerini geçerek derin bir nefes aldı. Uzaktaki padoklardan gelen huysuz at kişnemeleri bile içerdeki tiz seslerden çok daha müzikal geliyordu.  İngiltere’nin soğuk havası ciğerlerine dolarken iki adet cisimlenme sesi tüm bahçeyi doldurdu. Herkesin partiye haftalar önce hazırlandığını göz önüne alınırsa böyle bir davete geç kalma cesareti gösterecek tek bir kişi vardı.  Kaşlarını kaldırıp topukları üzerinde dönerek yeni belirmiş çifte baktı. Bu büyük arazide kendisi dışında dişe dokunur bir zekaya sahip tek kişi karşısında duruyordu.  

 

 “Severus? ” diye seslendi yüzünde belki de gecenin ilk gerçek gülümsemesi oluşurken. “Ve Lydia. Bu yeni nişanlı çifti görmek ne güzel şeref. ”

 

Severus’un koluna girmiş genç kadın sessizce biçimli kaşını kaldırdı. Tepede şık bir atkuyruğu ile topladığı simsiyah saçları ve ince fiziğiyle her erkeğin hayallerini süsleyebilecek bir kadındı. Ama Severus’un çekildiği şeyin buz mavisi gözlerde parlayan zeka olduğunu anlamak Lucius için pek zor değildi.   Severus gülümsemedi ama bakışları olabildiğince yumuşaktı. Teşekkür ederek gelenek üzerine partiye birkaç övgü dolu söz söyledi.  

 

 ************  

 

 Bir iki üç ve bir iki…          

 

       Lucius kollarında tuttuğu hanımefendiyi şık bir hareketle savurarak başka partnere geçirdiğinde önüne gelen genç kadını kavradı. Lydia idi bu. Partiye geldiği ilk birkaç dakika da tüm dikkati kendine çevirmiş ve tüm erkekleri Severus’tan nefret ettirecek kadar herkese sevdirmişti kendini. Kolunu sıkılaştırarak vücudu kendine doğru yakınlaştırdı. Genç kadın gerçekten de muhteşem dansçıydı.    

 

               “Umarım baloyu beğenmişsiniz. ” diye fısıldadı dudaklarının birkaç santim ötesindeki kulağa. Genç kadın cevap vermeyerek savruldu ve muhteşem bir dönüşle tekrar Malfoy’un kollarına döndü. Normalden daha dolgun göğüsleri hızlanan nefesiyle beraber havaya kalkıp iniyordu. Genç adam kendisiyle savaşarak gözlerini dekolteye indirmemeyi başardı.  

 

 “Balonuzda en az sizin kadar muhteşem Bay Malfoy. Ayrıca evinizin de bütün bu iltifatlara layık olduğuna değinmeden geçemeyeceğim. ” dedi genç kadın duru bir sesle.

 

  “Bu konuda mütevazı olamayacağım Lydia. Kesinlikle öyle. En sevdiğim köşenin kütüphane olduğunu söylersem inanır mısın? ”  

 

 “Gerçek aşk kitaplardır Lucius. Gizli köşeni görmek isterim.  ”

 

 Lucius içinden gelen sırıtmayı dudaklarına ulaşmadan silerek genç kadını tekrar savurdu, ince beden zarafetle bir tur döndü ve kendisini bekleyen kollara geri geldi. Çelik mavisi gözlerdeki anlam başka tarafa çekilemeyecek kadar açıktı ve Lucius’un canı gerçekten eğlenmek istiyordu. Fransa’dan özel olarak getirilen ve küçük bir servete mal olan orkestradan son bir nota yükseldi ve sustu. Alkışlar işlemeli tavandan yankılanarak salonu doldurduğunda Lucius hiçbir şey duymuyordu bile. Aklı hala kendisine bastırılan vücutta, ince beli sararak çıkışa doğru ilerledi.

 

  “Malfoy Kütüphanesi asırlardır büyüyor Lydia. Kitapların hepsi ilk basım ve antika değerinde. ”

 

  Küçük bir el sırtına konduğunda içindeki canavar uyanmaya başlamıştı. Elinin altındaki bel her adımda kıvrılırken büyük, işlemeli kapıya varmak için sadece birkaç adım atmak yeterliydi. Balonun sesleri bomboş koridorda yankılanarak evin büyüklüğünü hissettirirken uzandı, genç kadını belinden kavrayarak havaya kaldırdı. Nazik bir hareketle kütüphaneye sokması sadece birkaç saniyesini almıştı. Vücudu kapadığı kapıya sertçe çarpıp kendisiyle tahta zemin arasında sıkıştırdı. Birkaç dakika önceki kibarlığından eser kalmamıştı. Dolgun göğüsler arada ezilirken bir eliyle ince boynu kavradı.

 

  “Ama eminim sen, kütüphanenin tarihçesini benden daha iyi biliyorsundur Granger. ”  

 

 Her kıvrımını hissettiği vücut bunu bekliyormuşçasına kasılmadı bile. Şeker pembesi rujla renklendirilmiş dudaklarda gülümseme oluştuğunda genç adam daha fazla beklemeyerek o dudaklara saldırdı.  

 

Benliğine dolan bu çıldırtıcı tat hiçbir özlü iksirin saklayamayacağı cinstendi. Malfoy aylar boyunca Paris’te, gizli bir evde birlikte gecelerini harcayan kadınının dudaklarını parçalarken nefes için çığlık atan ciğerlerini dinlemedi bile. Karşısındaki ağız davetkâr bir şekilde açıldığında dilini yılan kıvraklığıyla içine daldırdı. Özlemişti.  En sonunda ayrılıp da Hermione gülüşle inlemeyle karışık bir ses çıkarıp kafasını geriye attığında Lucius ondan ayrılmaya tahammülü yokmuş gibi dudaklarını gerilmiş boynuna doğru bastırdı. Tüm bu pahalı parfümlerin içinden genç kadının kokusu kendini belli ediyordu.  

 

                “Özüne dön. ” diye hırıldadı genç adam. Aldığı nefesler yetmemeye başlamıştı. “Ben seni istiyorum. ”                 

 

  Hermione belki ilk defa sözünü dinleyerek içindeki iksiri yakmaya başladı. Simsiyah saçların rengi açıldı, Lydia’nın biraz düz olan hatları Lucius’un elleri altında kıvrımlaşarak değişti. Yüz hatlar balmumundan yapılmış gibi eriyip yerine yeni hatlar yerleştiğinde Lucius’un gözleri derin girdaplar halinde maviden açık kahveye dönüşen gözlerdeydi.          

 

         Bu delilikti. Birkaç metre ötesindeki salonda bir oda dolusu Ölüm Yiyen varken bu kadının burada, savunmasızca durması delilikti. Ama Lucius bütün bir gece boyunca izlediği –ve anladığı kadarıyla çok özlü iksirle oynanarak değiştirilmemiş tek kısmı- göğüslere serbestçe eğilerek öptü. Teninin kokusu en değerli uyuşturuculardan bile daha kaliteliydi. Kendini tutamadan dişlerini yumuşak ete geçirirken Hermione uzandı, saçları bir arada tutan kaliteli kumaşı çekti. Uzun sarı sarı saçları dağınık görmek daha çok hoşuna gidiyordu. Sinsi bir el eteğinin yırtmacından süzülerek kalçasını kavradığında sırıtarak eğildi, genç adamın şakağını öptü. Vücudu çok daha fazlasını istercesine gerilmişti ama genç kadın zarif bir hareketle tatlı işkenceden kurtularak geri çekilmeyi başardı.  

 

 “Ne zaman anladın? ” dedi sırıtarak. Kızarmış dudakları ve kırmızılıklarla süslenmeye başlamış boynu Lucius’un tüm konuşma yeteneğini alıp götürmüştü. Ama genç adam nasıl olduysa cevap verebildi.

 

 “Cisimlendiğin anda. ” dedi rahat sesle. Ama belli kısımların pek rahat olduğu söylenemezdi. Hermione gülerek başını salladı, düzgün atkuyruğu dağılmıştı ama bu, onu daha seksi göstermek dışında hiçbir şeyi bozmamıştı.  

 

“Tatlım. ” dedi genç kadın ilgiyle önünde duran raftan çektiği kitabı incelerken. “Egonu tatmin için yalanlara gerek yok. ” Başını kaldırarak hala kapının dibinde kıpırdamadan kendisini izleyen adama kahve gözlerini dikti. Kendisinin aksine pek eğlenmiş hali yoktu adamın.

 

  “O iti öperken. ” dedi Lucius. Sesi soğumuştu. “Ellerini ensesinde birleştirerek öptün. Hep öyle öpersin. Ne kadar öptün onu söyle. Sana epey bir alışmış görünüyordu?  ”

 

  “O it dediğin Lucius. Senin en yakın arkadaşın. ” Sesi öğrencisini azarlayan McGonagall sertliğindeydi. Ama kaldırdığı kaşları tüm ciddiyeti bozuyordu. “Hem Severus’la öpüşmekten daha fazlasını da yaptığımı en iyi sen bilirsin, hım? ”       

 

            Karşısındaki adam çenesini sıktığında gülümseyerek uzandı ve tam da Severus’a yaptığı gibi parmaklarını ensesinde birleştirip uzanarak dudaklarını örttü. Belinden destekleyen eller olmadığında dudaklara erişmek topuklularla bile zordu.    

 

               Elleri arasındaki beden heykel kadar hareketsizdi ama sadece birkaç saniye sonra bir çift kol vücudunu sardığında içindeki kedi mutlulukla mırladı. Bu adamın belki de tek zayıflığı kendisiydi ve Merlin biliyordu ki bu, bir günah kadar çekiciydi.      

 

             Cüretkâr dekoltesinden taşmak üzere olan göğüslerini tehlikeye atacak kadar derin bir nefes alarak dimdik ve sert vücuda yasladı kendini. Karnının üzerindeki baskı doğru yolda olduğunun göstergesiydi. Eller kalçasını kavradığında zarif bir hareketle zıplayarak kucağına tırmandı. Her ne kadar bir balo leydisi gibi görünse de çatışma meydanlarında güçlenmiş kasları yararlarını gösteriyordu.              

 

     Geri geri giderek bir rafa yaslandıklarında sırtına batan kitaplar bile zevk aracı olabilirdi. Bir parmak iç çamaşırını kenara çektiğinde gözlerini kapatarak başını geriye attı. Sevdiği adam her yerindeydi ve eksikliğinin hissedildiğini yer de yakında dolacaktı. Vücudu beklentiyle gerilirken dudaklarını ısırarak ilk darbeyi bekledi. Ama Lucius olmaması gerekecek kadar uzun süre hareketsiz kalınca içinde yüzdüğü zevkin kıyılarına doğru çekilerek gözlerini açtı.         

 

          Genç adam hala parmakları üzerinde, hala taş kadar sert ama atmosfere uymayacak kadar şüpheli gözlerle genç kadını izliyordu. Hermione mavi-gri bakışların üzerine dikildiğini hissedince yutkundu.

 

  “Beni oyalıyorsun, değil mi Hermione? Severus yukarda Merlin bilir hangi belgeyi aşırırken... ”  

 

“Elbette öyle. ” dedi Hermione. Parmaklar intikam alırcasına en hassas noktasına bastırırken sakin olmaya çalışıyordu. “İstersen beni burada böylece bırakıp onu yakalamaya gidebilirsin. ”        

 

           Cümlesinin sonunda nokta koyarmışçasına vücudunu Lord’un en sadık Ölüm Yiyen’ine bastırdı. Açıkça söylemişti ve karar verme sırası Malfoy’daydı. Adam sadece bir an düşündü.         

 

          Hermione içine ansızın giren adamla boğuk çığlığını tutamadan haykırırken üzerindeki adam alıştığı gibi sert ve acımasızdı.        

           “O belgelerin eksikliği başımı çok ağrıtacak Granger. Buna değsen iyi olur. ”  

 

 ****************

 

Lydia Felton tekrar balo salonuna girdiğinde her zamanki mükemmelliğinden hiçbir şey kaybetmemişti.  Yüzüne kibar bir gülümseme yerleştirerek nişanlısına ilerleyip koluna girdi.  

   “Hey... Nişanlımı yeterince hapis tutmadınız mı? ” dedi gülümseyerek. Severus bir grup Ölüm Yiyen’le büyük ihtimalle her saniyesinden tiksindiği derin bir sohbet içindeydi.

 

  Genç adam diğerlerin hohoları içinde uzanarak Lydia’nın şakağı öptü.  

 

 “Gerekeni aldın mı? ” diye fısıldadı Hermione kimsenin duyamayacağı bir sesle. Dışardan yüz ifadesine bakan biri oldukça uygunsuz bir şey fısıldadığını düşünürdü.

 

  “Evet. Sen de istediğini almış görünüyorsun. ” dedi Severus kaşlarını kaldırarak.    

 

 Lydia zevkle bir kahkaha atarak nişanlısının elindeki şampanyayı kaptı. Yeni yıla saniyeler kalmıştı

 

 

 

End Notes:

Pamuk eller klavyeye, yorumları bekliyorum!